Ölümünün 50. yılında Yahya Kemal anısına yapılan etkinliklere bir de sergi eklendi. Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu'ndaki sergi, Yahya Kemal'in kişisel eşyalarından oluşuyor. Daha çok, usta şairimizin özel mektupları ve yazışmalarına yer verilmiş.
Bir köşede de bavulları duruyor, hepsinden daha mahzun bir şekilde. Sergide en dikkat çekici bölüm, şairin Paris'ten gönderdiği kartpostallar. Henüz 20 yaşındayken gittiği "gurûbun sarı gölgeleri içinde uyuyan" Paris'ten ailesine yazdığı bu mektupları sıksanız İstanbul damlayacak boncuk boncuk. Öyle ki, Paris'i bile İstanbul üzerinden tarif ediyor şair. Bazı resimlerin altına düşülen notlar şöyle: "Paris'in Sarıyar'ı, Sen Klu", "Paris'in Uzunçarşı'sı, Bulvar Monmartr"... Başka bir resmin altında da "Londra'nın Beyoğlu, Pikadili Meydanı" notu var.
Paris'te eğitimine devam ederken bir yandan da babasının ticari işleriyle ilgilenir 'Ahmed Âgâh'. "Velinimetim muhterem pederim" diye hitap ettiği babasına Paris'in kızlarından bahsedecek kadar da yakın: "Ah... Bilseniz Paris'in kızları o kadar lâtif ki". Yahya Kemal'in, Fransız edebiyatını Paris'te yakından tanıdığı anlatılır hep. Bu tanıyışa, şairin el yazısıyla süslediği kartpostallarla eşlik etmek odukça heyecan verici. Victor Hugo ve Paul Verlaine'in portrelerinin altına Osmanlıca el yazısıyla isimlerini yazmış. Mikelanj'ın resminin altına "Mikelancelo, heykeltıraş ve mimar-ı ilahe" diye not düşmüş. Bir başkasında daha ilgi çekici bir not: "Lökont dö Lil, en sevdiğim şair".
Uzun yıllar yurtdışında yaşayan Yahya Kemal'in İstanbul sevgisini ve özlemini söylemeye gerek var mı? Ondaki İstanbul özlemi sadece Paris'te ya da Londra'da değil, İstanbul dışında her yerde açığa çıkıyor. "Kalbinde bir hayali kalıp, kaybolan şehir"dir onun için İstanbul. Elçilik görevi dolayısıyla bulunduğu Karaçi'den 1948'de yazdığı "Aziz Melek Hanımefendi"ye hitaplı bir mektuptaki şu sözler, bu duygunun zirveye çıktığı andır âdeta: "Bana mektup yazarsanız, bir sahifesini hep dostlarımıza, gezintilerinize, İstanbul'a dair haberlerle doldurunuz."
Bunun gibi birçok ayrıntı, sergiyi gezerken sizi düşünmeye sevk edebilir. Şairin yurtdışı görevlerindeki resimlerine bakınca, yıllarca bürokratlık yapmış bir insanın aynı zamanda Türk şiirinin en büyük ustalarından biri oluşuna mı, yoksa böyle bir şairin diplomasiye nasıl tahammül ettiğine mi şaşıracağınızı bilemiyorsunuz. Bulunduğumuz zamandan bakınca bu durumu zihnimizde anlamlı kılabilmek oldukça zor. Endülüs'te Raks'ın ilk denemelerini görünce "zil, şal ve gül" şairinin o anına şahitlik etmiş gibi oluyorsunuz. Çubuklu'dan Gazel'ini, Erenler redifli gazelini onun el yazısıyla görmek, şaire biraz daha yaklaştırıyor sizi.
Sergiden çıkınca, elimizden kayıp giden bir medeniyetin izlerini yakalamış olmanın sevinciyle beraber, kesif bir hüzün de kaplıyor göğsünüzü. Ömrü öğrenci yurtlarında, otel odalarında, elçilik binalarında geçmiş büyük şairin hayatına ve yalnızlığına yolculuk yapmanın hüznü. Şairle böylesine hemhâl olunca, onun sözüyle ona hitap etmek kalıyor geriye: "Sezdim bir âşina gibi; heybetli hüznünü". Bu "gemiler geçmeyen umman"a uzanmak için 13 Aralık'a kadar vaktiniz var.