Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir
Son Ziyaretiniz: Perş. Ocak 01, 1970
Toplam Mesajınız: 17
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında..

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. EmptySalı Tem. 21, 2009 4:25 pm

SOFİSTLER
Sofizm (terimini kullanmakla bir
Sofistik dizgenin olmuş olduğunu imlemek istiyor diyelim:Yunan
sofistleri olarak bildiğiniz insanlar hem yetenek hem de görüşler
açısından birbirlerinden büyük ölçüde ayrılıyorlardı; bir eğilimi ya da
hareketi temsil etmektedirler, bir okulu değil.) böylece ilgilendiği
konuyla -insan uygarlık ve töreleri- eski Yunan felsefesinden
ayrılıyordu: büyük -evrenden çok küçük- evreni ele alıyordu. Böylece
görüş ve inanç ayrımları üzerine toplamış oldukları olgular yığınından
herhangi bir pekin bilgiye ulaşmanın olanaksız olduğu vargısını
çıkarabiliyorlardı. Ya da değişik uluslara ve yaşam yollarına ilişkin
bilgilerinden uygarlığın kökenine ya da dilin başlangıcına ilişkin bir
kuram oluşturabiliyorlardı. Ya da yine kılgısal vargılar
çıkarabiliyorlardı, örneğin toplum şu ya da bu yolda örgütlenmiş olsaydı
en etkili bir biçimde örgütlenmiş olurdu gibi. Sofizmin yöntemi,
böylece, görgücü-tümevarımcı bir yöntemdi



1. Protagoras:



Protagoras: ‘İnsan tüm şeylerin ölçüsüdür,onların olduklarının,ve
olmayanların olmadıklarının.’ Bu ünlü deyiş üzerine getirilecek yorum
konusunda dikkate değer bir tartışma olmuş ve kimi yazarlar ‘insan’ ile
Protagoras’ın bireysel insanı değil ama türsel anlamda insanı:demek
istemiş olduğu görüşünü illeri sürmüşlerdir. Eğer böyle olmuş olsaydı,o
zaman demiş ‘sana gerçek olarak görünen senin için gerçektir,ve bana
gerçek olarak görünen benim için gerçektir’ anlamına gelmeyecek, ama
daha çok topluluğun ya da kümenin ya da bütün insan türünün geçeğin
ölçütü ya da ölçünü olduğunu anlatacaktır. Tartışma şeylerin yalnızca
duygusal-algı nesneleri olarak mı,yoksa değerler alanıda kapsayacak
yolda mı anlaşılmaları gerektiği sorusuna da dönmüştür. Ama
Protagoras’ın kendisiyle tutarlı kılınması gerektiği kabul edilse
bile,hiç kuşkusuz duygusal-algı nesneleri açısından doğru olanın tam bu
olgu nedeniyle törel değerleri için de doğru olduğunu düşünmek
gereksizdir. Belirtilebilir ki Protagras tüm şeylerin ölcüsü olduğunu
belirtmektedir,öyle ki eğer duygusal-algı nesneleri açısından bireyselci
yorum kabul edilecek olursa,bunun ayrıca törel değerlere ve yargılara da
genişletilmesi gerekir,ve, evrik olarak,eğer törel değerler ve yargılar
açısından kabul edilmeyecek olursa,duygusal-algı nesneleri açısından da
kabul edilmemesi gerekir: Yasa genel olarak tüm insanlara aşılanmış
belli törel eğilimler üzerine kuruludur,ama Yasanın tikel Devletlerde
bulunduğu biçimiyle bireysel değişiklikleri görelidirler-bir Devletin
yasası başka bir Devletinkinden ‘daha doğru’ olmaksızın,belki de daha
yararlı yada daha elverişli olması anlamında ‘daha sağlam’ olmak üzere .
Bu durumda birey değil ama Devlet yada kent topluluğu yasanın
belirleyicisi olacak,ama somut Nomos belirlenimlerinin göreli ıraları
sürdürülecektir. Geleneğin ve toplumsal uylaşımın bir savunucusu olarak
Protagoras eğitimin Devletin törel geleneklerinin özümlenmesinin önemini
vurgulamakta ve bu arada bilge insanın Devleti ‘daha iyi’ yasalara
götürebileceğini kabul etmektedir. Bireysel yurttaş söz konusunun olduğu
sürece,onun geleneğe,topluluğun kabul edilmiş ölçünlerine sarılması
gerekir-ve, herhangi bir ‘yol’ bir başkasından daha doğru olmadığı için,
sıkı sıkıya sarılması gerekir. Aiswç ve sikn onu buna yöneltmektedir, ve
eğer tanrıların bu armağanlarından bir pay almamışsa ve Devlet kulak
vermeyi yadsıyorsa,Protagoras’ın ‘güreci’ öğretisi devrimci bir amaç
taşıyor gibi görünürken,sonunda geleneğin ve yetkenin desteğinde
kullanılıyor olarak çıkmaktadır. Hiçbir kurallar tümünü bir başkasından
‘daha doğru’ değildir, öyleyse kendi özel yargınızı Devletin yasasına
karşı koymayınız.



2. Prodikus:



Prodikus Ege’deki Keos adasından geliyordu. Bu adada yaşayanların
kötümser eğilimli oldukları söyleniyor ve Prodikus’a yurttaşlarının
eğilimi yükleniyordu,çünkü düzmece-Platonik diyalog Aksiokhüs’de ona
yaşamın kötülüklerinden kaçmak için ölümün istenebilir olduğu düşüncesi
yüklenmektedir. Ölüm korkusu usdışıdır, çünkü ölüm ne yaşayanları nede
ölüleri ilgilendirir-birinci henüz yaşamakta oldukları için ikincileri
yaşamamakta oldukları için. Bu alıntının doğruluğunu tanıtlamak kolay
değildir. Prodikus’un ilgiyi başlıca yanı belki de dinin kökeni üzerine
kuramıdır. Ona göre başlangıçta insanlar tanrılar olarak
güneşe,aya,ırmaklara,göllere,meyvelere vb.,başka bir deyişle,onlara
yararlı olan ve besin veren şeylere tapıyorlardı. Ve bir örnek olarak
Mısır’daki Nil kültünü vermektedir. Bu ilkel bir başkası tarafından
izleniyordu,ve bu ikinci evrede değişik sanatların tarım,bağcılık,metal
işçiliği vb.-yaratıcılarına Demeter,Dionisius,Hephaestus vb. gibi
tanrılar olarak tapınılıyordu. Prodikus bu din görüşü üzerine duanın
gereksiz olduğunu düşünüyordu, ve öyle görünmektedir ki başı Atina’daki
yetkinlikler ile derde girmiştir. Prodikusta Protagoras gibi dil
bilimsel çalışmalarıyla dikkati çekiyordu ve anlamdaşlar üzerine bir
inceleme yazmıştı. Anlatım biçimleri yoğun bir bilgiçlikle yüklüymüş
gibi görünmektedir.



3. Hippias:



‘Yasa insanların tiranı olarak,onları doğaya aykırı pek çok şey yapmaya
zorlar.’Söylenmek istenen şey öyle görünmektedir ki kent-devletinin
yasasını genellikle dar ve tiransal olduğu,doğal yasalarla uyum içinde
olmadığıdır.



4. Gorgias:



Gorgias’a göre,(i)Hiç bir yoktur,çünkü eğer herhangi bir şey olmuş
olsaydı,o zaman bengi olacak yada varlığa gelmiş olacaktı. Ama varlığa
gelmiş olmaz,çünkü ne Varlıktan nede Yokluktan herhangi bir şey gelmez.
Nede bengi olabilir,çünkü eğer bengi olmuş olsaydı,o zaman sonsuz olması
gerekecekti. Ama sonsuz şu nedenle olanaksızdır Bir başkası olmaz,ama
nede kendinde olabilir,öyleyse hiçbir yerde olmayacaktır. Ama hiç bir
yerde olmayan ise hiçbir şeydir. Eğer herhangi olmuş olsaydı,o zaman
bilinmeyecekti. Çünkü eğer olanın bilgisi varsa, o zaman düşünülen
olmalıdır,ve olmayan düşünülemez. Bu durumda hiç bir şey yanlış
olmayacaktır,ki saçmadır. Giderek olanın bilgisi olsaydı bile,bu bilgi
bildirilmeyecekti. Her im imlenen şeyden ayrıdır; örneğin renklerin
bilgisini sözcükle bildirebiliriz,çünkü kulak sesleri iştir,renkleri
değil? Ve aynı varlık tasarımı iki kişide birden nasıl
olabilecektir,çünkü birbirlerinden ayrıdırlar?



5. Sofizm:



Vargı olarak yine belirtebiliriz ki büyük Sofistlere din ve ahlakı yıkma
niyetini yüklemek için hiç bir neden yoktur; Protagoras ve Gorgias gibi
insanların böyle bir amaçları yoktu. Gerçekten de, büyük Sofistler bir
‘doğa yasası’ düşüncesinin yandaşlarıydılar,ve sıradan yunan yurttaşının
dünya görünüşünü genişletme eğilimini taşıyorlardı;Yunanistan’da eğitici
bir güç oluşturuyorlardı. Aynı zamanda yine doğrudur ki ‘belli bir
anlamda Protagoras’a göre her görüş doğrudur; Gorgias’a göre her görüş
yanlıştır.’ Gerçeğin saltık ve nesnel ırasını yadsımaya yönelik bu
eğilim kolaylıkla Sofistlerin hangileri bir kimseyi inandırmaya çalışmak
yerine bir şeyi ona kabul ettirmeye çalışacakları sonucuna
götürmektedir. Gerçekten de, daha düzeysiz insanların elide Sofizm çok
geçmeden hoş olmayan bir yan anlam kazanıyordu-‘Safsata’ anlamını.
Atinalı Antifon’un kozmopolitancılığına ve geniş dünya görüşüne ancak
saygı duyulabilirken, bir yandan bir Trasimakhüs’ün güç haktır kuramı ve
öte yandan bir Dionisodorus’un kılı kırk yaran gevezelikleri ancak
kınanabileceklerdir. Büyük Sofistler söylemiş olduğumuz gibi,
Yunanistanda eğitsil bir güç oluşturuyorlardı: ama Yunan eğitiminde
besledikleri başlıca etmenlerden biri, diluzluğu idi. Ve diluzluğunun
açık tehlikeleri vardı. Çünkü konuşmacı kolaylıkla bir konunun
kendisinden çok ustaca sunuluşuna önem vererek dikkatini bu yönde
yoğunlaştırabilirdi. Dahası, geleneksel kurumların, inançların ve yaşam
yollarının saltık temellerinin sorgulayarak, Sofizm göreci bir tutumu
besliyordu. Ve gene de Sofizmde gizli yatan kötülük daha çok sorunları
ortaya çıkarmış olması değil, ama bu sorunlara herhangi bir doyurucu
anlıksal çözüm sağlayamamış olması olgusunda yatıyordu. Sokrates ve
Platon bu göreceliliğe karşı tepki gösteriyorlar, gerçek bilginin ve
törel yargıların güvenilir temelini kurmaya çalışıyorlardı.

Kaynak: ****** Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
2. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersi Ders Notları.

Sofistler Ek Bilgiler
Sofist kelimesinin öteden beri, biri
geniş öteki dar iki anlamı vardır. Bu kelimenin geniş anlamıyla:
İlkçağda, sofist denilince, genellikle şair ve filozof kişiler
anlaşılır. Dar anlamı ise: Belli bir filozoflar topluluğuna, yani M.Ö.
500'de yaşamış olan filozoflar topluluğuna verilen isimdir. Bundan başka
"sofist" kelimesi, özellikle Eflâtun'un etkisiyle özel bir anlam
kazanmıştır. Bu kötü anlamın haklılığı savunulamaz, çünkü bu ismi
taşıyanlar, felsefe tarihi bakımından hiç de önemsiz kişiler değildir.



Bundan önce tanıttığımız filozoflar, özde, doğayı araştıran bilginlerdi.
Sofistler ise birer bilgin, birer araştırmacı olmayıp, her şeyden önce
birer öğretmendirler. Sofistlere, özellikle İran savaşından sonra,
İranlıların yenilip Atina'nın siyasal ve kültürel alanda büyük bir
gelişme gösterdiği dönemde rastlıyoruz.



Bu dönemde Atina'da ve ona uyan öteki Yunan kentlerinde köklü (radikal)
bir demokrasi iktidara gelmişti. Bu demokrat idare şimdiye kadarkilerden
çok daha fazla insanın devlet yönetimine katılmasını sağlamıştır. İşte
bir yandan kültürel gelişim, öte yandan demokrasi yönetiminin
özellikleri o dönem Yunanistan'da eğitim yönünden geniş ölçüde bir
gereksinimi ortaya çıkarmıştır.



Bu gereksinim, o zamana kadar özel olan ve daha çok kölelerce yönetilen
eğitimin daha bir genelleşip genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal
ve sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan genel bir
öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede böyle bir gereksinim doğarsa,
orada bu gereksinimi karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması
doğaldır. İşte Sofistler de böyle bir gereksinimin ortaya çıkardığı
öğreticilerdir. Bunun içindir ki Sofistler, öncelikle öğretmendirler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında.. EmptySalı Tem. 21, 2009 4:25 pm

Bunlar Yunanistan'ın çeşitli kentlerinde dolaşırlar, uğradıkları
yerlerde para karşılığında ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline
getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o zamana kadar
Yunanistan'ın tanımadığı bir olaydı.



Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders vermek pek çirkin
bir davranış sayılıyordu. Bu dönemi Antik dönemden ayıran en büyük
farklardan biri, Antik dönemin işe az önem vermiş olmasıdır. Eski
Yunan'da beden gücü ile çalışmak aşağılanan bir davranış sayılıyordu.
Beden işlerinde ancak köleler çalıştırılır. Aynı şekilde, mesleğiyle
geçinen zenaatkârların da toplumda saygınlığı yoktu. İşte Sofistlerin
ders vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para karşılığı verilmesi,
o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır.



Sofistlere karşı olanların başında yer alan Eflâtun, "Protagoras" adlı
diyalogunda Sofistlerin ne biçim insanlar olduğunu ve bunların çalışma
biçimlerini çok canlı olarak tasvir etmiştir. Protagoras Sofistlerin en
eskilerinden ve en büyüklerindendir.



Diyalog şöyle başlar: Eflâtun'un hemen tüm diyaloglarında birinci
konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bir delikanlı yatağından
uyandırır ve kendisine ünlü Protagoras'ın geldiğini coşkuyla anlatır.
Delikanlı Protagoras'tan mutlaka ders almak istediğini dile getirir.
Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadığını, yeterli
parası varsa isteğinin kolayca yerine gelebileceğini söyler. Sonra
kalkıp birlikte Protagoras'ın konakladığı eve giderler. Burada
Protagoras'tan başka bir kaç Sofist daha vardır.



Eflâtun, Sokrat ile delikanlının eve girdikleri zaman gördüklerini çok
canlı bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bir salonda bir aşağı bir
yukarı dolaşıyor, arkasında öğrencileri kendisini saygıyla izlemektedir.
Aynı salonun bir köşesinde öteki bir Sofist, Hippias gökyüzünü
göstererek astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan birtakım
sesler gelmektedir.



Bu odada da bir başka Sofist, Prodikos yattığı yerden ders veriyor.
Salona giren Sokrat ile delikanlı Protagoras'a yaklaşırlar ve kendisine
delikanlının isteği iletilerek ders verip veremeyeceği, verebilecekse
bunun hangi konuyla ilgili olacağı sorulur.



Protagoras delikanlıya: Benden ders alırken günden güne daha. erdemli
olduğunu göreceksin, ben sana yararlı olacak şeyler, isine yardımcı
olacak şeyler öğreteceğim der. Bununla da astronomi öğreten Hippias'a
taş atmış olur. Delikanlı dersin konusunu sorunca, Protagoras bunun her
şeyden önce bir vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konusunda
olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda bilmesi gereken şeyleri
öğreteceğini söyler.



O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gereken şeylerin başında
hitabet geliyordu. Sofistlerin eğitim uygulamalarının ağırlık merkezini
hitabet oluşturuyordu. Bu da belli nedenlere dayanıyordu: O zamanki
Atina'da hitabet sanatını bilmek kişiye çok büyük saygınlık
kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili önemli kararların alındığı "Halk
Meclisı"nde hitabet çok etkili oluyordu.



Ayrıca hitabet yargılama için çok gerekliydi, çünkü davacı ile davalının
yargı önünde söyledikleri nutuklar, yargıçların kararlan üzerinde etkili
oluyordu. Tüm bunlar söylenen sözlerin güçlü olmasını gerekli kılıyordu.
Ancak bu hitabet sanatının bazı sakıncalı yanları da yok değildi.



Sofistlerin yaptığı gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı,
yalnızca karşısındakini inandırmayı temel alır. İşte Sofistlerin
karşıtları onları özellikle bu yönden eleştirmekte ve sorgulamakta
haklıdırlar. Sofistlerin kötü ünlerinin başlıca nedenlerinden biri bu
hitabet anlayışlarıdır.



Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle insan konusuyla
uğraşmalarıdır. Onlar bu konuyu ele aldıkları zaman, kuşkusuz, bazı
şeyleri biliyorlardı. Kendilerinden öncekilere yabancı olmayan
Sofistler, insan ile ilgilendikleri için, tarih konusuna da yabancı
değildiler. Bu konuda da kendilerinden önceki felsefe okullarından
hiçbirine katılmadılar, onlar arasında yalnızca karşılaştırmalar
yapmakla yetindiler.



Bu karşılaştırmalar sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye kadar ki
felsefe, evren konusunda tutarlı bir anlayış elde edememiştir. Söz
gelişi Heraklit ile Elealılar arasında bir zıtlık vardır. Heraklit her
şeyi oluş durumunda görür ve bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin
var olduğunu reddeder. Elea'lılar ise, tam tersine, oluşu reddeder.



Gerçek varlığın başlangıcı ve sonu olmayan bir süreklilik, bir kalış
olduğunu ileri sürerler. Unsurlar konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya
varabilmiş değildir. Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası ise
ateş olduğunu savunur. En sonunda bir filozof bunlara toprağı da katarak
dört unsurun da ilke olduğunu öne sürmüştür. Anaksagoras ile Demokrit
arasında da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a göre evrenin
başlangıcında, belli bir plâna göre yaratan bir ruh vardır.



Demokrit ise doğada ancak makina işleyişi cinsinden (mihaniki) bir
zorunluluk olduğunu savunur. Sofistlere göre: "Ne kadar filozof varsa,
evrenin yapısı hakkında o kadar görüş vardır." Bu yüzdendir ki, bu
filozoflar gerçeği öğretemezler. Her filozof kendi düşüncelerinin doğru,
başkalarının-kilerin yanlış olduğunu savunur. Burada şu soru öne çıkar:
"Acaba, gerçek diye bir şey var mıdır?



Tüm görüşlerden herbiri ötekiyle çeliştiğine göre, geriye gerçek diye
bir şey kalır mı?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşısında duyulan kuşku
ile hitabette karşıdakini inandırmayı amaçlayan kuşku arasında bir uyum
vardır. Felsefe tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler
Sofistlerdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından ilk
şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci, uygulama alanında
öğretmen ve hitabet öğreticileridir. Ayrıca onlar özellikle insan konusu
ile ilgilenirler, doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

sofizm,sofist filozoflar kimlerdir?,sofizm hakkında..

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Acemi Forum Eğitim & Öğretim :: Ödevler & Tezler & Projeler :: Felsefe & Psikoloji -
Powered by phpBB © Acemi Forum
Copyright © 2007 By [-İDLE-] & adegerli33