Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir
Son Ziyaretiniz:
Toplam Mesajınız: 17
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:18 pm

Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler


Kişilik bozukluğunun sebebi çocukken yaşanan travmalar


Borderline, tıp dilinde 'kişilik bozukluğu' olarak tanımlanıyor. 20'li yaşlarda gözlenen bu hastalık, en fazla çocukluk dönemi zor ve sıkıntılı geçen insanlarda ortaya çıkıyor.

Aşırı sevgisiz ve sorunlu büyümenin kaynağı da boşanma ve alkol alan ebeveynler olarak gösteriliyor. Anne-bebek ilişkisinde, bebeğin anneyle oluşturması gereken bağlanma-ayrılma ve kendine özgü bir insan olma sürecini tamamlayamayan kişilerde görülen hastalığı değerlendiren psikolog İlknur Peder Bıyık, hastalığın genellikle aşırı ihmal edilmiş çocuklarda görüldüğünü belirtiyor.


Terk edilme korkusu yaşarlar

Borderline kişilik bozukluğu olanlar, aşırı terk edilme korkusu yaşar. Bunu engellemek için tehdit etme, intihar girişiminde bulunma gibi yollara başvurabilir. İnsanlara aşırı bağlıyken nefret etmeye başlar. Yani, bir borderline kişilik bozukluğu olan kişi ile herhangi bir ilişkiniz varsa, dünyanın en mükemmel insanı, eşi, doktoru ve arkadaşı iken, aşırı idealize edilmişken, aniden yerin dibine batırılma riskiyle karşı karşıyasınızdır.

Borderline özelliklerine sahip kişilerin, çocukluk dönemlerinde fiziksel, cinsel veya duygusal olarak taciz edildiklerini aktaran psikolog İlknur Peder Bıyık, parçalanmış ailelerde çocuğa anne, teyze, anneanne, babaanne ve bakıcıların sürekli değişerek bakması ya da bu durumdaki çocukların anne-babaları tarafından duygusal açıdan ihmal edilmelerinin hastalığı tetiklediğini kaydediyor. Özellikle ayrılma önce ve sonrasında yetişkinlerin psikiyatrik sorunlar yaşadığını, annelerde kararsızlık ve depresyon, babalarda ise eve gelmeme ve sürekli kavga etmenin karakter bozukluklarını ortaya çıkardığını, sürekli alınan alkolle birlikte ailelerin saldırgan davranışlarının en başta çocuklar üzerinde arttığını belirtti.
Psikolog Bıyık, "Duyguları sürekli değişir, insanlarla olan ilişkileri yoğun ve fırtınalıdır. Büyük ihtimalle, değer verdiği insanlara tutunmak için çılgınca bir çaba sarf ederken bir yandan da kaybetme korkusundan kaçınmak için onları önemsizleştirmeye alışır. Yalnızlık duygularını uzaklaştırmak için çevresini insanlar ile doldurur, hatta sevmediği ya da anlaşamadığı insanları bile kabul eder." dedi.

Yıllar içinde bu durumun kendine güven duygusunu ortadan kaldırdığını, güvensizliğin kendisini seven kişilere karşı bile dışlanmış ve yalnız hissetmesine sebep olacağını anlatan Bıyık, muhtemel bir ölüm, ayrılık ya da terk edilme ihtimali karşısında kendisini tehdit altında hissedip, çevresine karşı aşırı öfke, aşağılama ya da sözlü saldırılar ile tepki vermeye başlayacağını söyledi. Borderline özellikleri olan kişiler kendini aşırı başarılı ve güvenli bulurken, bir anda çok kötü de hissedebilir.
Borderline kişilik bozukluğu olan kişiler öfkelerini kontrol etmekte zorlanır. Baş edemedikleri bir sorun olduğunda kontrollerini tamamen kaybedebilirler. Aşırı şüpheler, korkular oluşabilir. Depresyon sıklıkla görülür ve riskleri artar. Söz konusu davranışları ergenlik yıllarında gençlerde görülen davranışlarla karıştırılmamalıdır.


Tedavi için zorlu bir terapi gerekir

Borderline, yani kişilik bozukluğu rahatsızlığı olanlar için uzun ve zor bir terapi gerekir. Alkol, uyuşturucu ve sigaradan uzak durulması sağlanmalıdır. İnsanları iyi ve kötü diye ayırdıkları için, herkese buna uygun rol verir, o rollere girmemek gerekir. Melek ya da şeytan olmadığınızı, hem iyi hem kötü özellikleri olan bir insan olduğunuzu ona gösterin. Hastalığı iyi anlayarak, olayları değerlendirmek gerekir. Yakınındaki kişilerinde zor ve yıpratıcı bir dönem geçireceği için profesyonel yardım almaları gerekir. Onlara sürekli dengeli sevgi ve ilgi, sağlıklı aile ortamında verilmelidir.

Stresle başetmenin 6 yolu

Strese karşı canlının durumu, düşmanla karşılaşan ordu gibidir. Savaşı kazanamaz ya da kaçamazsa bu hastalık demektir

Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Çelikkol, ''Strese karşı canlının durumu, düşmanla karşılaşan ordu gibidir. Savaşı kazanamaz ya da kaçamazsa bu hastalık demektir'' dedi.

Prof. Dr. Çelikkol, stresle baş edebilmenin önemine dikkat çekti. Stres karşısında canlının durumunun, düşmanla karşılaşan orduya benzediğini anlattı.

Prof. Dr. Çelikkol, "Strese karşı canlının ilk tepkisi savaşmak veya kaçmaktır. Bir ordu düşmanla karşılaşırsa savaşır, eğer gücüne güvenemezse geri çekilir veya
kaçar. Stres karşısında canlının durumu da böyledir. Stresten kaçabilirse kaçar. Kaçamazsa savaşır, yener veya yenilir. Yenilmesi hastalık demektir" diye konuştu.

Stresin, yöntemini bilmek koşuluyla korunabilecek bir düşman olduğunu anlatan Prof. Dr. Çelikkol, " Stres psikosomatik bozukluk dediğimiz hastalıkların meydana gelmesine ya da belirtilerinin artmasına yol açar. Hipertansiyon, mide ülseri, cilt bozuklukları gibi hastalıklar, bedensel olmakla birlikte, oluşumunda ruhsal nedenlerin, stresin etkili olduğu bilinmektedir" dedi.

Stresle baş etmenin yolları

Prof. Dr. Çelikkol, stres konusunda herkesin başvurabileceği, birden fazla koruyucu ve tedavi edici tekniklerin olduğunu belirterek, şu tavsiyelerde bulundu:

* Hayata karşı olumlu bir tutum benimseyin.
* Her şeyi kontrol edemeyebileceğinizi kabul edin.
* Gevşeme tekniklerini öğrenin ve uygulayın, düzenli olarak egzersiz yapın.
* Sağlıklı ve dengeli beslenin, yeterince uyuyun ve dinlenin.
* Stresinizi azaltmak için alkol veya sigaradan yardım beklemeyin.
* Sosyal bir çevre edinin, zamanınızı etkili şekilde kullanmaya çalışın.

Tek çocuklar depresyon riski altında

Tek çocuklu ailelerin yaptığı tutum yanlışlarının olumsuz sonuçları olabilmektedir. Evde çocuğu için adeta bir taht hazırlayan ve tek amacı çocuğunun mutlu olmasını isteyen ebeveynler aslında çocuklarına zarar veriyorlar.

NP GRUP Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden uzman çocuk ergen psikiyatristi Dr. Serdar Alparslan ebeveynleri uyardı ve " Tek çocuğu olan anne babalar hem ilk kez böyle bir deneyim yaşamalarından hem de anne baba sevgisinden istemeden çocuklarına sınırları öğretmek de ve disiplinize etmekte zorluk çekmektedirler. Buna aile büyüklerinin de çocuğun her istediğini yapması da eklenince çocuk o evin kralı gibi hissetmeye başlarlar" dedi.

Alparslan, "Tek çocuklu ailede çocuk bir nevi anne-babayı köleleştirir. Çocuğun her istediğini o mutlu olsun diye anında yaparlar" hatırlatmasında bulunarak, "Anne babaların birde biz bunları görmedik bari çocuğumuz rahat yaşasın diye çocuğu hediye ve paraya boğarlar. Buraya kadar problem yok çünkü burada anne-baba da çocukta memnundur.

Çocuk büyüdükçe toplum içine girmeye başladıkça durumun farklı olduğunu anlar. Okula başlayınca gerçekle yüzleşir. Aslında bir kral olmadığını okulda anlamıştır ve hayal kırıklıkları yaşamaya başlar. Öteki arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşer. Diğer arkadaşlarda çocuğun aşırı ilgi istemesinden ve her istediğini yaptırmaya çalışmasından hoşlanmaz ve onu aralarına almayarak dışlarlar" şeklinde konuştu.

Alparslan, "Dışlanan çocukta depresyon başlar ve bu durum derslerini yavaş yavaş etkilemeye başlar. Böylece çocuk asosyal bir insan olma yolunda ilk adımları atılmıştır. Bir anne-babanın iyi niyetli başlayan davranış modeli çocuğun ileriki yaşamında kötü etkiler bırakabilir. Bu nedenle yeni anne baba olanlar muhakkak bir danışmanlık almalıdırlar. Yoksa çocuklarına nasıl davranacakları konusunda hata yapabilir ve çocuğa kalıcı zararlar verebilirler" dedi.

Aldatan erkekler panikatak oluyor

Uzman klinik psikologu Yıldız Burkovik, panitak rahatsızlığını anlattı ve belirtilerini sıraladı. Burkovik, bu rahatsızlığın en çok aldatan erkeklerde görüldüğünü açıkladı.



Panik atak en çok yaşanan psikiyatrik şikayetlerden birisi. Ani olarak, beklenmedik bir anda ve yerde ortaya çıkan bir hastalık. Çoğunlukla 5-10 dakika veya 20-30 dakika ya da ender olarak bir veya birkaç saat sürebiliyor. Panik Bozukluğu tanılı hastaların % 75-80'i kadınlardan oluşuyor. Toplum içinde görülme sıklığı % 1,5-3,5 arasındadır.

Kişi atak sırasında şu duygulara kapılıyor:

·Eyvah kalp krizi geçiriyorum.
·Kalbim ağzımdan çıkacak.
·Boğuluyorum
·Nefesim kesiliyor
·Göğsümü bir yumruk tıkadı
·Dengemi kaybediyorum
·Bayılacağım
·Beyin kanaması geçiriyorum
·Yer ayağımın altından kayıyor
·Aklımı kaçırıyorum
·Çıldırıyorum
·Kontrolümü kaybediyorum
·Yüz felci geçiriyorum
·Kollarım benim değil gibi
·Bacaklarım kopmuş gibi
·Dizlerimin bağı çözüldü
·Tüm vücudum yanıyor, biber sürülmüş gibi

Yıllardır bu konular üzerinde çalışan NP GRUP Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi Uzman Klinik Psikologu ve 4 yıldır SKY TURK’te PSİKOYORUM programını sunan Yıldız Burkovik ilginç bir klinik deneyimini bizlerle paylaştı.

Psk. Yıldız Burkovik, "Eşlerini aldatan erkler genellikle panik atağa maruz kalıyor" diyor. Klinik deneyimlerinin kendisini bu sonuca vardırdığını belirtiyor. Aldatmanın temelindeki heyecanının önemli bir duygu durumu olduğunu söyleyen Burkovik, klinik gözlemlerine ilişkin olarak şunları paylaşıyor:

“Gizli ve saklı bir olayı yaşamak insanı daha çok heyecana sevk eder. Başarma, başarılı olma, iki veya üç ya da birkaç kişiyi birden idare edebilme kolay bir durum değildir, tüm tilkilerin kuyruklarını birbirine dolamadan kendi çevrelerinde dönmeleri gibi.

İdare edebilme derken, bir kişinin bir diğerinden haberdar olmaması yani kuyrukların bir diğerine dolanmaması, aldatmayı yapan kişi için bu durumu sağlayabilmek stratejik bir hadisedir ve kişi bunu başardıkça haz duyar, kendisini güçlü hisseder. Ancak bir zaman sonra kayıplarının ne olabileceğini fark etme düşüncesi devreye girmeye başlar, başlarda bir oyun gibiyken bu durum giderek daha gerçekçi olmaya başlar. Çünkü artık, günlük yaşam içinde daha çok zaman geçirilen ikinci kişi, kendisine daha fazla zaman, sevgi ve şefkat istemeye başlar ve kıyaslamalarla sorumlulukların artışı devreye girer.

Başlangıçta bu durumu hesaplamayan, ‘gerekirse daha sonra düşünürüm’ diye boş veren ya da düşünmeyi erteleyen erkek veya kadın bir zaman sonra kaygı duymaya başlar. Ve aslında yasak bir ilişki başlangıçta tatlı bir heyecan iken sıkıntıya dönüşmeye doğru yol alır ve iç sıkıntısı kaygı diye adlandırılan anksiyete kendisini göstermeye başlar.

Bu sefer ortaya eşin ve sevgilinin birbirlerini fark etmemeleri üzerine stratejiler kurma oyunu devreye girer, ancak bu oyun daha tehlikeli olmaya başlar, çünkü başlarda” önemli değil sadece zamanı beraber hoş geçirelim” diye başlanan ilişki artık ciddi düşüncelerle dolmaya başlamıştır. Hesaplar değişir, diğer kişi sürekli telefonlarla aramaya başlar ki, bu sefer asıl eş de çeşitli işaretlerden dolayı durumu fark etmeye başlayacaktır.

Doğal olarak sıkıntı artar ve kişiler artık her an bir şey olabilir beklentisine kapılırlar. Kimi zaman nefesler tutulur; düşünceye dalıp da kaygı çoğaldıkça insanın nefesi de değişmeye başlar, sık ya da tutuk alınan nefesler düzeni bozar ve iç sıkıntısı derin düşünceyle birlikte karşılaşınca hatalı nefeslerle birlikte panik atak kendisini göstermeye başlar.

Hatalı nefes kişinin kasılmasını, kaslarının gergin olmasını sağlar ve algılamada zorluklar kaygının çoğalmasına sebebiyet veriri ve kalp çarpıntısı kendisini gösterir. Her an bir şey olacak hissi ve beklentisiyle panik duygusu artık daha belirginleşir. Rahat bir yaşamda iken bir küçük heyecan uğruna hesaplanamayan rahatsızlık bu şekilde devreye girer. Terapilerde panik atak ya da bozukluk şikayeti ile gelenlerde daima bir kaygı oluşturacak durum vardır, bu kaygının niteliği herkese göre farklıdır. Tedirginlikler birleşerek sıkıntıyı daha da arttırır
.
Sıkıntının kaynağı evlilik dışı ilişkiler

Terapilerde panik atak hastalarıyla yapılan görüşmelerde daima sıkıntının ana kaynağına inmeye çalışırız bu kaynağa baktığımda pek çok olayda altta aldatma olayı sonrasında yaşanan panik ataklar dikkatimi çekti, bu nedenle sıkıntının kaynağını araştırırken sorduğum soruların içinde ‘evlilik dışı bir ilişkiniz var mı?’ sorusunu da mutlaka soruyorum.

Sanal aldatmada da bir heyecan var ama kişiler kendi kimliklerini gizliyorlar, gizlenme kişiyi rahatlatıyor, ancak yine de bazı kişilerde kaygı yapıyor; tanınırsam kaygısı da heyecan yapıyor elbette ki, ancak her heyecanın panik atak ortaya çıkartması beklenmez.
Gerçek aldatma elbette ki daha reel olduğundan, yani yüz yüze ve tensel temasa dayalı da olduğundan daha çok heyecanlandırıyor ve kişiler de altta yatan herhangi bir kaygı varsa onunla da birleşerek daha çok heyecan ve panik duygusunun ortaya çıkmasına sebep oluyor. 20 yıllık izlenimim daha çok erkeklerde bu durumun kendini gösterdiği yönünde. Bu olay kadınlarda daha çok mutsuzluk ve depresyona sebebiyet veriyor çünkü hayal kırıklığı ön plana çıkıyor” diyor.

İkinci ilişki kaygı nedeni

Yıldız Burkovik’in şimdiye kadar izlediği örneklerin içinde çok sık rastladığı enteresan bir durum var. Ve Burkovik bunun, daha çok erkeklerde ortaya çıktığını görmüş. Burkovik; “Ya da benim karşıma çıkan örneklerin içinde erkekler fazlaydı. Sonuç olarak çoğunlukla, bir başka ilişki olduğu zaman kaygı içinde oluyor eşler.
İki tarafı idare etmek insanı zorlayan bir durum. Ve bu örnekte öyle bir bey vardı. Sürekli ‘öldüm, öleceğim, kötüyüm’ diyordu ve alkolle kendini durdurmaya çabalıyordu. Bu nedenle işten bile atıldı, çok büyük sıkıntılara girdi. Evliydi bir oğlu vardı…Bir terapi seansında kendisine gevşeme egzersizi yaptırıyordum. Ve kendisine hayal kurdurttum.

Deniz dalgalarını hayal etmesini istedim. ‘Deniz kenarında yürüyorsun’ dedim ve bir anda beyin dalgaları tepelere vurmaya başladı. Ona rahatlama yaptırıyordum ve ‘deniz dalgasından insan neden korkar?’ diye bir yandan da kendime sormaya başladım. Seans sonunda, ‘Burada gerildiniz, nedir nedeni?’dedim en sonunda birisiyle bir ilişkisi olduğunu ve ondan da Deniz adında bir kızının olduğunu anlattı. Karısı durumu bilmiyordu, kimsenin de bilmesini istemiyordu ve çok tedirgindi.

Çok ilginçtir ki, pek çok kişi de ikinci sevgiliyi idare etme durumu varsa, onda panik atak kendini gösteriyor. Hatta gelen erkeklere artık her defasında soruyorum, ‘başka bir ilişkin var mı?’ diye ve sonuç genelde öyle çıkıyor. Bu bana çarpıcı geliyor. Ancak elbette ki, her panik atak sahibi kişi bir aldatma durumuyla karşı karşıya demek değildir” diyor.

Panik atak yaşayan ve eşlerini aldatan erkeklere örnek

Evli ve 2 çocuğu olan bir bey, sürekli kalp çarpıntısı, öleceğim kriz geçireceğim diye sürekli bir korku ve kaygı ile gelmişti ve kalp ile ilgili olarak doktora gittiğinde anjiyo dahi yapılmış ve hiçbir fiziksel sorunun olmadığı söylenip psikolojik destek alması, psikiyatriste gitmesi söylenmişti
.
Psikiyatrist vasıtasıyla da stresini, bedensel şikayetlerini kontrol etmeyi öğrenmesi için bana yönlendirilmişti, kendisiyle konuştuğumda, eşinin de bilmediği bir diğer bayanın olduğunu ve ondan da 2 çocuğu olduğunu anlattı ve diğer bayanla daha mutlu olduğunu ama yine de eşinden ayrılmak istemediğini, çocuklarının: “niye okuluma hiç gelmiyorsun, neden bu kadar çok çalışıyorsun?” dediğini ve onların da bu nedenden ötürü çok mutsuz olduklarını, kimseye bir şey diyemediğini, fark edilirse her şeyi kaybedebileceğini anlattı.

Ailesinden kimsenin haberi yoktu ve son derece çaresizdi, uzun zamandır kaygılıydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:18 pm

Psikiyatrik vakaları çoktan ‘topluma kazandırdık’

Tedaviye ulaşmalarında yaşanan aksaklıklar nedeniyle ağır psikiyatrik hastalığı bulunanlar toplumla iç içe yaşamaya devam ediyor. Türkiye’de bu yönüyle tedaviye muhtaç insanlar çoktan topluma kazandırılmış. Yalnız tedavi etmeden.

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ramazan Özcankaya, ''Psikiyatrik hastalıkları bulunanların tedaviye ulaşmalarında yaşanan aksaklıklar nedeniyle ağır psikiyatrik hastalığı bulunanlar toplumla iç içe yaşamaya devam ediyor'' dedi.

Prof Dr. Ramazan Özcankaya, son günlerde cinnet sonucu aile bireylerinin katledildiği çok sayıda olay yaşandığına dikkati çekerek, bu olayların ağır psikiyatrik hastalıklar nedeniyle meydana geldiğini söyledi.

Toplumun sosyal değerlerinin hızlı değişiminin kendini şiddet olarak gösterebildiğini belirten Prof. Dr. Özcankaya, özellikle tarım nüfusunun kentlere hızlı göçü ve yeni sosyal ortamda uyum probleminin yaşanmasının, psikolojik ve toplumsal sorunlar ve şiddet olarak ortaya çıktığını kaydetti.

Hızlı sosyal değişime ayak uyduramayan bireylerde psikiyatrik sorunlar meydana gelebildiğini bildiren Prof. Dr. Özcankaya, ''Psikiyatrik hastalıkları bulunanların tedaviye ulaşmalarında yaşanan aksaklıklar nedeniyle ağır psikiyatrik hastalığı bulunanlar toplumla iç içe yaşamaya devam ediyor'' dedi.

Türkiye'de psikiyatrist sayısının yetersiz, hastaların bir uzmandan tedavi alma imkanlarının oldukça kısıtlı olduğunu belirten Prof. Dr. Özcankaya, devletin sosyal projelerle toplumun ruh sağlığını denetlemesi ve ağır ruhsal problemi olanların tedavi edilmesi gerektiğini bildirdi. Prof. Dr. Özcankaya, ruh sağlığına, en az ekonomik ve güvenlik sorunlarına olduğu kadar önem verilmesi gerektiğini söyledi.


Karadenizli'nin havaya göre suça eğilimi değişiyor


RİZE Valiliği’nin bölgedeki şiddet olaylarına yönelik yaptığı araştırma ilginç bir saptamayla sonuçlandı. Karadeniz insanının suç işleme eğiliminin iklim şartlarına göre değişkenlik gösterdiğini belirlendi. Sürekli yağmur, kar yağışı, don ve sis gibi olumsuz hava koşullarının, Karadeniz insanının suç işleme eğilimini artırdığı saptandı.

Rize Valisi Kasım Esen, bölgede yaşanan şiddet olayları ve çözüm yollarına yönelik araştırma yaptıklarını açıkladı. Esen, Rize ve Trabzon ilinde özellikle Aralık ve Ocak ayları içerisinde çok sayıda cinayet işlendiğinin ortaya çıktığını belirterek, şunları söyledi:

“Trabzon’da öfke patlaması sonucu bir kişi yedi kişilik ailesini öldürdü. Benzer bir olay yine Trabzon’un Çaykara ilçesinde yaşanmıştı. Son birkaç gün içerisinde ilimizin Pazar ve Ardeşen ilçelerinde cinayetler işlendi. Kasten yaralamalar ve cinayetle sonuçlanan şahsa karşı suçlar analiz edildiğinde kendi başına coğrafya da önemli bir etkendir. Yeryüzü şekli, toprak ve bitki örtüsü, akarsu, göl ve denizler, tarım ve ekonomi de etkenlerdir. Suçların dağılışında iklim önemli bir rol oynar. Soğuk iklim şartları mala karşı, sıcak iklim şartları ise şahsa karşı işlenen suçların artmasına neden olmaktadır. Basınç değişiklikleri insanların sinirlilik hallerini artırmakta, bu durum suç işlemeye yönelik davranışları tetiklemektedir. Sürekli yağmur, kar yağışı, don ve sis gibi olumsuz hava koşulları suç işleme eğilimini artırmaktadır. Rize Valiliği olarak Doğu Karadeniz coğrafi şartlarında görülen sorunların çözümü konusu ile suçluluk oranlarının düşebileceğini değerlendirmektedir.”

Vali Esen, Ocak ayındaki iklim şartlarının yöre insanında öfke patlamasına neden olduğunu tespit ettiklerini belirterek, “İnsanımız Ekim ayından itibaren çalışmamaya başlıyor. Bilindiği gibi çay tarımı Mayıs ve Ekim tarihleri arasında yapılmaktadır. Ekim ayından sonra çalışmayan vatandaşlarımız vakitlerinin çoğunu kahvehanelerde geçiriyorlar. Bu arada çaydan aldıkları paraları bir şekilde harcamış oluyorlar. Bu ekonomik çöküntü insanları karamsarlığa itiyor. Karamsar bir ruh hali insanlarda öfke patlamasına neden olabiliyor. Önce iklim insanları etkiliyor, sonra dört ay çalışıp 8 ay çalışmama insanların suç işlemesine dolaylı etkisi oluyor” dedi.

Okullarda öğrencilerin sürekli yağmur yağdığı için teneffüslerde bahçeye çıkamadıklarını da hatırlatan Vali Kasım Esen, “Öğrencilerimiz teneffüsleri, tuvalet, sınıf ve koridor arasında geçiriyor. Bazı öğrenciler enerjilerini birbiriyle itişip kalkışarak deşarj ediyor, bazıları ise deşarj olmadan enerjileri içine atıyor. Bu da bir şekilde ailede veya sokakta patlıyor” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Karadeniz insanının yapısının, kültürle, sanatla ve sporla değişeceğine inanıyoruz. Okullarımızda da özellikle kapalı bahçeler yapılmasını tavsiye ediyoruz. Kahvehanelerde zaman geçiren vatandaşlarımız oyun oynuyor, televizyon seyrediyor. Birde orada ki sohbetler karamsar bir ülke tablosu çiziyorsa insanlar bundan olumsuz etkileniyor. Bir kıvılcım çakıldığında hemen ateşleniyorlar. Bu ateşlenme sonucunda ani gelişen suçlar oluşuyor. Bu suçların çözümü polisiye tedbirlerle değil; bilim, kültür, sanat ve spor gibi faaliyetleri ile olabilir. Bu yönde çalışma yapıyoruz. Bunlar zaman alacak işlerdir.”

Karne azarı intihara sürükleyebilir

Bolu İzzet Baysal Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesi Başhekimi psikiyatri uzmanı Hülya Ensari, karnesinde zayıfı olan çocukları kırmak ve incitmenin, bağırıp-çağırarak hakaretler etmenin, iyi örneklerle kıyaslamanın, onları evden kaçmaya ve intihara sürükleyebileceğini söyledi.

Çocuklarda ve ergenlerde intihar girişimi için, kişinin ille de ruhsal hastalığının olmasının beklenilemeyeceğini belirten Ensari, “Ergenlik yaşlarındaki çocuklar, beklenmedik bir anda ve bir anlık duygu durumuyla hiç istenilmeyen tutum ve davranışlar içerisine girebilirler. Karne gibi çok hassas bir dönemde velilerin zayıf karneler getiren çocuklarına bağırıp çağırmaları, hakaret edip aşağılamaları ve başkalarıyla kıyaslamaları, çocuğun onurunun kırılarak özgüvenini kaybetmesine neden olur. Bu da, çocuğun evden kaçmasına ve intihar girişiminde bulunmasına yol açar'' dedi.

Ensari intihar girişiminin ergenlik çağlarındaki gençlerde çok sık görüldüğünü ifade ederek, şöyle devam etti; “Çocukların ihtiyacı olan şey, büyüklerinden onay görmektir. Karnesi iyi olan çocukları taktir ederken, zayıfı olan çocuklara da anne ve babanın yapacağı tek şey, her zaman çocuklarının yanında olduğunu hissettirmek, derslerinde daha başarılı olabilmesi için de ona her türlü desteği vermek olmalıdır. Erişkinlikleri daha oturmamış olan ilk ve orta öğretim çocuklarına ‘zayıf karne getirdin’ diye bağırıp-çağırmak, hakaret ederek aşağılamak, çocuğun büyük bir hata yaptığı kaygısına kapılarak evden kaçmasına, intihar girişiminde bulunmasına, ya da alkol ve kötü arkadaşlar edinmesine neden olur.''


Ruh sağlığımız kötüye mi gidiyor?

Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıları Hastanesi'nin 2004 yılında 35 bin olan poliklinik sayısının 2008 yılı sonuna kadar 100 bini geçeceği tahmin ediliyor.

1926'da kurulan Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıları Hastanesi'ne yeni bir ek bina daha yapıldı. Açılışa törenine Vali Celalettin Güvenç, Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Rektörü Prof.Dr. Semra Öncü, AK Parti Manisa Milletvekilleri Mehmet Çerçi, İsmail Bilen, Belediye Başkan Yardımcısı Kemal Sevinç, İl Sağlık Müdürü Ziya Tay, AK parti Merkez İlçe Başkanı Ömer Faruk Çelik, bazı daire müdürleri ve hastane personeli katıldı.

Törende konuşma yapan Ruh Sağlığı ve Hastalıları Hastanesi Başhekimi Ahmet Ayer, "1926 yılında ****** ve dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam Beyin imzalarıyla Doğu'da Elazığ, Batı'da Manisa'da hastane kurulmasına karar verilmişti.

1927 yılında faaliyete geçen hastanemiz Ege Bölgesinde 9 ve Batı Akdeniz bölgesinde 3 olmak üzere toplam 12 il'e hizmet vermektedir. Hizmet verdiğimiz illerin toplam nüfus sayısı 13 milyondur.
Hastanemiz özellikle son 5 yılda daha belirgin büyüme ve gelişme trendine girmiştir. Bu dönemde 2003 yılında olan brüt bütçe 3,5 milyon YTL iken 2008 yılında 20 milyon YTL'ye yükselmiştir.
Halen 325 memur, 145 sözleşmeli, 21 özel güvenlik olmak üzere 491 personel ile halkımıza hizmet veriyoruz." dedi.

Hasta sayısı hızla arttı

Hastanenin poliklinik ve personel durumundan da bahseden Başhekim Ayer, "10 psikiyatri kliniği, 1 adli psikiyatri kliniği, 1 çocuk ve ergen psikiyatri kliniği, 1 nöroloji kliniği, 1 amatem kliniği, 1 anestezili EKT kliniği, olmak üzere toplam 15 klinikle hizmet veriyoruz.

Bugün açılışını yapacağımız ek poliklinik binamız, 2005 yılında yapılan 14 odalı poliklinik binamıza ek olarak bu yıl 98 bin YTL'ye 7 odalı olarak yapılmıştır. Poliklinik iç donanımını Sanovel İlaç Aş. Şirketi üstlendi. Bu sayede poliklinik ağımız genişlemiştir.
Hastanemizin dış bölümüne yerleştirilen poliklinik sayesinde 2004 yılında 35 bin olan poliklinik sayısı 2007 yılında 93 bine, 2008 yılının ilk 5 ayında 47 bine çıkmıştır. Böylece 2008 yılı için tahmin edilen 100 bin poliklinik sayısına hızla yaklaşılmaktadır.

Polikliniğimizde; 9 psikiyatri odası, 2 nöroloji, 1 aile hekimliği, 3 psikolog görüşme odası, 1 hasta hakları odası, 1 İlaç rapor odası, 1 kan alma odası ünitesi bulunuyor.

Amacımız hastanemizi Türkiye Cumhuriyeti'nin en iyi bölge hastanesi yapmaktır. Bize duyulan sevgi ve güvene layık olmaya çalışmaktayız. Bu başarıda katkıları ile hastane yönetimime, doktor, hemşire, psikolog, sosyal hizmet uzmanı olmak üzere tüm hastane personeline teşekkür ederim."dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:19 pm

IQ seviyesi giderek düşüyor

İsveçli araştırmacılar, düşünmeye gerek bırakmayan basit hayat tarzının yükselmesiyle birlikte insanoğlunun ortalama zekasının ve IQ seviyesi giderek düştüğünü bildirdi.

Yerel basın, ülkenin tanınmış profesörlerinden James R. Flynn'ın "İnsanlık olarak gittikçe ahmaklaşıyoruz ve zekamız geriliyor. Araştırmalara göre IQ'muz sürekli düşüyor" sözlerini gündeme taşıdı. James R. Flynn, zeka üzerine önemli çalışmalarıyla tanınıyor ve What is Intelligence? (Zeka Nedir?) isimli bir kitabı bulunuyor.

Zekası belli bir seviyenin üzerindekilerin kurduğu uluslararası organizasyon MENSA'ya üye bir başka İsveçli de Flynn'in sözlerine destek veriyor. Üniversiteden yeni mezun olan dizayn mühendisi Etienne Forsström (24) İsveç'in 'süper zekisi' olarak tanınıyor. Forsström son zamanlarda eline geçen raporların düşünme kabiliyeti noktasında azalma yaşandığını gösterdiğini belirtti.

1990'ların ortasından 2000'li yıllarının başına kadarki dönemde insanların IQ seviyelerinin 40 yıl önce yaşayanlardan 15 puan daha fazla arttığını belirten araştırmacılar, bu dönemden sonra ani bir düşüşün yaşandığını ve halen de devam ettiğini kaydediyor. Bilimadamları, dünyadaki eğitim sisteminin gelişmesiyle birlikte, insanların IQ seviyesinin arttığını, 2000'lerde zirveye ulaştığını ve o yüzden bir tıkanmanın yaşanabileceğine dikkat çekiyor.

Forsström, gerilemenin nedenlerini şu şekilde sıralıyor: "İnsanların midesi çöplüğe döndü, gereksiz gıdalar yüzünden yeterli besin alamıyorlar. Etraftaki herşey çok basitleşti. Bilgisayar ve cep telefonu gibi araçlarla sadece bir düğmeye basarak işlerimizi halleder olduk. Artık düşünmemize bile gerek kalmadı. Mesafelerin ne kadar uzaklıkta olduğunu düşünmemize gerek kalmadı, otobüslerde her durakta ne kadar mesafe kaldığını gösteren saatler ve tablolar var. Beynimize idman yaptırmıyoruz. Belki de buyüzden solakların IQ'su biraz daha yüksektir. Çünkü onlar olaylara tersten bakmak ve düşünmek zorundalar"

Güçlü hafıza için 11 öneri



Unutkanlık herkesin en büyük düşmanlarından biri. Aklimizi daha iyi kullanmak ve unutkanlığı azaltmak elimizde. Nasıl mı?


Unutkanlık sorunu, yaslanan insanin en önemli korkularındandır. Özellikle 50'li yaslar sonrasında ufak tefek unutkanlıklar ile ciddi bellek sorunları birbirine karıştırılır.

Orta yaslıların nerdeyse yarısı kendilerinde bir bellek kaybı sor ununun başladığını zanneder. Hemen belirtelim! Bunların çoğu küçük ve hös unutkanlıklardır. Hayati tatlandıran ve keyif katanlar biraz da bu nükteli olaylardır!

Belleği güçlü tutmanın pek çok püf noktası, uyulması gereken çok sayıda kuralı var. Harvard Tip Okulu öğretim üyesi Dr. Horon P. Nelson zinde bir beyne sahip olmanın temel kurallarını söyle sıralıyor:


*Hipertansiyonu ve kolesterol yüksekliği sorununu önleyin ya da kontrol altına âlin.

Kalbiniz için kötü olanın beyniniz için de kötü olduğunu unutmayın.

*Alkolü azaltın.

Erkeklerin iki, kadınların bir ölçüden (bir ölçü içkiyi ‘bir bardak şarap' olarak kabul edebilirsiniz) daha fazla alkol kullanması beyin hücrelerini tahrip etmektedir.

* İyi ve kaliteli uyku uyuyun.

İyi bir uyku için ortalama 8 saat gerekir. Kaliteli uyku beynin yeni öğrenilenleri pekiştirmesini sağlar. Öğrenilmiş bilgilerin pekiştirilmesinin uzun süreli belleğin en önemli desteği olduğu biliniyor.

*Stresinizi iyi yönetin.

Ölçülü ve kontrollü stres dikkati yoğunlaştırmakta, odaklanmayı arttırmaktadır. Kontrolsüz, uzun süreli ve aşırı stres ise dikkati sürdürme kapasitesini yok etmekte, unutkanlığı tetiklemekte, kortizon hormonunu yükselterek beynin bellek için önemli bölümlerinde hasar geliştirmektedir.

*Yeni şeyler öğrenmeye devam edin.

Her yeni bilgi ve beceri birer bellek egzersizidir. Yeni sporlar, hobiler, araştırma alanları, heyecanlı ve zevkli problemler, ezberlenen yeni şiirler ve yeni diller beyniniz için en güçlü vitaminlerdir.

*Tembelliği bırakın.

Zihinsel faaliyetlerinizi sınırlamayın. Özellikle televizyon seyretmek gibi pasif faaliyetleri azaltın. Televizyon karsısında geçirdiğiniz saatler sadece bedensel değil, ruhsal sağlığınızı da kötü yönde etkiler.

*Her gün egzersiz yapın.

Günde 30–45 dakika, haftada en az 4 gün yürümeye, is saatlerinde daha çok aktif olmaya, kısa mesafelerde taşıt kullanmamaya çalısın. Özellikle yürümenin beyin sağlığı ve yeniden yapılanma sürecini olumlu yönde etkilediğini gösteren çok sayıda kanıt var. Beynin yeni yetenekler kazanabilmesi beyin hücreleri arasında güçlü ve yoğun yeni bağlantılar oluşturabilmesinin baslıca desteklerinden biri de düzenli ve ilimli egzersizlerdir. Bizim önerimiz fırsat buldukça yürümenizdir.

*Kullandığınız ilaçları yeniden gözden geçirin.

Özellikle beyni etkileyen ilaçları doktor önerisi olmadan kullanmayın. Depresyon giderici, uyku verici, ruhsal gevşetici ilaçlara komsu, es dost tavsiyeleri ile başlamayın.

*Reçetesiz satılan ilaçları rasgele yutmayın.

Doğal ya da zararsız diye kullanabileceğiniz bitkisel ürünlerin (valerianlar), besin desteklerinin (melatonin) ve diğerlerinin (hüperzin, Sem’e) beyin hücrelerinizi üzebileceğini, zihinsel fonksiyonları bozabileceğini unutmayın. Antihistamik- antialerjik ilaçları özellikle alüminyum içeren antiasitleri ve uyku kolaylaştırıcıları doktorunuzla konusmadan uzun süre kullanmayın.

*Vitaminlerden yararlanın.

E ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerin, selenyum gibi serbest radikal avcısı minerallerin hücreleri oksitlenmekten koruyan güçlerinden faydalanabilirsiniz. Yeteri kadar B vitamini, özellikle B12 vitamini aldığınızdan emin olun. Dengeli bir beslenmenin de yaslılıkta vitamin eksikliğine yol açabileceğini hatırlayın.

*Hayata bağlı kalın.

Hayatınıza önem katan bağları iyice sıkılaştırın. Huzurunuzu koruma ve güçlendirmeye bakin. Aileniz, dostlarınız, isiniz, hemşerilik ve vatandaşlık bağlarınıza, inançlarınıza daha sıkı sarılın, insanlarla daha sık birlikte olmaya, aileniz ve arkadaşlarınızla olumlu ilişkiler kurmaya ve sosyal aktivitenizi çoğaltmaya çalısın. İyi sosyal ilişkileri olan yaslılarda bellek fonksiyonları bozulmuyor. Sosyal ilişkiler bir taraftan zihinsel egzersizleri yoğunlaştırıyor, diğer taraftan çeşitli olayların ruhsal travmalarını hafifletmeye yardımcı oluyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:21 pm

Hoşgörülü ve esnek kişiler strese daha dayanıklı


Acıbadem Bağdat Caddesi Tıp Merkezi’nden Psikolog Ayşegül Aydın, strese en dayanıklı olanların dünyaya ve insanlara hoşgörüyle yaklaşan, esnek kişilik yapısına sahip insanlar olduğunu söylüyor. Psikolog Ayşegül Aydın, stres ve baş etme yolları hakkında merak edilen soruları yanıtladı.


Stres nedir?

Stres kişinin biyolojik ve psikolojik dengesinin bozulmasına gösterdiği tepki durumudur. Stresi kaygı, aşırı uyarılmışlık hali, engellenme, duygusal çöküntü, gerginlik ve çatışmaların hepsi yaratıyor.

Kaç çeşit stres var?

Günlük stresler (trafik sıkışıklığı ve ev yaşamındaki sıkıntılar, aksamalar), gelişimsel stresler ve hayat krizleri olarak üçe ayırabiliriz. Gelişimsel stresler, kişinin kronolojik yaşıyla bağlantılı yaşanan ergenlik, orta yaş krizleri, menopoz dönemi krizleri olarak sıralanabilir. Hayat krizleri ise, insan hayatına önemli ölçüde yön veren, etkileyebilecek olaylardır; ölümler, boşanmalar, ayrılıklar, hastalıklar gibi.

İki kişi de aynı stresi yaşıyor. Ama biri daha çok etkileniyor, neden?

Genel anlamda stres, kişinin biyolojik ve psikolojik dengesinin bozulmasına gösterdiği tepkidir. Psikolojide kullanılan stres ise kişinin stres kaynaklarını nasıl algıladığı ve yorumladığına ilişkin bir tanım. İki kişi de aynı şeyi yaşıyor ama biri diğerinden daha çok etkileniyor, diğeri ise psikolojik strese daha dayanıklı oluyor. Çünkü herkesin dayanma gücü birbirinden farklı. Bunun altında kişilik özelliklerimizin, sosyal desteğin olması, maddi yeterlilikler ve de en önemlisi geçmiş yaşantıların çok önemi var. Geçmişte şu andaki durumuna etki edecek bir stres yaşamışsa kişinin bakışı daha farklı oluyor.

Streste yüksek risk altındakiler kimler?

Günlük yaşam krizlerinin ve mücadelenin çok fazla yaşandığı ve başa çıkmanın zorlaştığı meslekler. Örneğin öğretmenlik, polislik, fiziki koşulları zorlayıcı, tozlu, gürültülü, aşırı sıcak ya da soğukta çalışılan, vardiyalı işler ya da gece işleri, yoğun rekabet ve zaman baskısı altında çalışan cerrahlar ve gazeteciler yüksek risk altındaki kişiler. Bir de psikolojik talebin fazla olduğu ama inisiyatif kullanılamayan sekreterlik gibi meslekler yüksek risk altında.

Strese dayanıklı kişilerin en belirgin özellikleri nelerdir?

Strese dayanıklı olabilmek için katı olmamak gerekiyor. Yani bu esnek yapıyı insan ilişkilerine yansıtmak, en küçük hatalarda parlamamak, affedici olmak, şans vermek gerekiyor. Esnek kişilik deyince şu özellikler ön plana çıkıyor:

Esnek kişilik yapısındaki kişiler iş ve sosyal çevrelerinden kopuk olmamak
Olaylara daha geniş açıdan bakabilmek
İyi iletişim kurmak
Rekabet, saldırganlık, gibi durumlarını kontrolde tutabilmek
Yaşamdan ve insanlardan olumlu beklentileri olmak
Gelecek planları bulunmak
Mücadele ve değişiklikten zevk almak
Aşırı mükemmeliyetçi olmamak
Her şeyi kontrol saplantıları bulunmamak
Hoşgörülerini hep en üst düzeyde tutmaya çalışmak

Stres yönetiminde başarısız olan kişiler neden başaramıyor?

Çünkü bu kişiler yanlış baş etme stratejilerini çok kullanıyor. Ya uygun olmayan kaçma, saldırganlık ya da içe kapanma gibi davranışlar geliştiriyorlar. Ya da çok fazla mücadele ederek kendi imkanlarını zorluyorlar. Başarısız olunca da alkol ve sigaraya başvuruyorlar ki bu da uzun vadede fizyolojik ve psikolojik bağımlılığa yol açıyor. Bir diğer yanlış strateji de görmezden gelme, başkalarını suçlama, inkar gibi kendini aldatmaya yönelik davranışlar.

Fiziksel aktiviteyi öneriyor musunuz?

Kesinlikle öneriyorum ama bunun doğru nefes teknikleri ve birtakım gevşeme teknikleri ile uygulanmasının daha yararlı olacağı inancındayım. Bedende rahatlama sağlanması bireyin duygu ve düşüncedeki olumsuzluklarla çok daha kolay baş edebilmesini sağlar. Ağır sporları önermiyoruz; sevdikleri fiziksel egzersizleri yapmalarını istiyoruz. Zorlanmadan yapabilecekleri açık hava yürüyüşlerinin bile çok yararlı olduğuna inanıyoruz. Bu aynı zamanda kaliteli ve derin uyku alınmasını da sağlar ki bu durum stresle baş etme için önemli faktörlerden biridir.

İşyerinde stres yaratan zor kişiliklerle çalışmak nasıl bir durum?

Bu tür kişiliklerle çalışılırken, eğer zor kişilik bir yöneticiyse birlikte çalıştığı kişiler zaman kısıtlaması yaşıyor. Yönetici, altında çalışan kişiye zaman baskısı altında birçok iş verebiliyor. Böyle oluca da, o kişi o işi zamanında ve tam yapamıyor; "Başarısız mıyım acaba" diye kendini değersiz, yetersiz hissedebiliyor. Yetiştirememesini kendi başarısızlığı olarak algılıyor, yükselememe endişesi taşıyor.

Stresi yenmede hangi yöntemler kullanılıyor?

Stresli kişinin, öncelikle içinde bulunduğu olumsuz fiziksel koşulları ve yanlış davranış biçimlerini değiştirmesine yönelik birtakım davranışçı tekniklerle bu işe başlıyoruz. Örneğin, kişinin kendine sakin bir çalışma ortamı yaratmasını, daha etkin bir zaman planlaması içine girmesini sağlamak gibi. Daha sonrasında kişinin otomatik olumsuz düşüncelerini olumlularla değiştirmeye çabalıyoruz. Bazı durumlarda, stresle kişinin depresif belirtileri, kaygıları artıyor, uyku sorunları oluşabiliyor ya da yanlış başa çıkma sonucu alkol, sigara tüketimine bağlı bağımlılıklar oluşabiliyor. Böyle olunca sorunu daha kapsamlı çalışmamız gerekiyor. Psikolojik testler, uygun psikoterapi ve gerekli durumda farmakolojik tedavinin birlikte uygulanması en etkin tedavi oluyor.

Uyku Pozisyonuna Göre Kişiliğiniz


Uyku üzerine araştırma ve analizler yapan uzmanlara göre, 6 ortak uyku pozisyonu ile farklı kişiliklerle ilişkili..


İşte uyurken yatış pozisyonunuzun anlamları..
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler 05uykuic1
Fetus / cenin yatışı..
Cenin şeklinde yani anne karnındaymış gibi kıvrılarak yatmak, dışa dönük ancak duygusal, hassas bir kalbe sahip olduğunuzu gösteriyor. Bu tür kişiler birisiyle ilk buluşmalarında utangaç olabilir ancak kısa sürede rahatlarlar. Araştırmalarda 1000 kişiden % 41'i bu şekilde uyuduğu belirlenmiş. Kadınların erkeklerden 2 kat daha fazla bu poziyonda uyuduğu da tespit edilen diğer bir bulgu..

Kollar yanda dik yatış..
Çoğu kişi kollarını her iki tarafa sarkıtıp dik şekilde uyuyamaz. Bu şekilde uyuyunlar rahat, kalabalığa alışkın, yabancılara güvenen, sosyal insanlardır.. Buna rağmen, bazen kolay aldanabilirler..



Yaşlı duruşunda yatış..
Her iki kolunu kıvırarak ellerini yastığın yanına veya omuz hizasına koyan kişiler doğal insanlardır. Şüpheci, kuşkucu, iyiliğe şüpheyle bakan özellikler taşıyabilirler. Düşünceleri zor veya yavaş değişir. Bir karar aldıklarında, bunu değiştirmekten hiç çok hoşlanmazlar.

Asker yatışı..
Kollar vücudun yanlarında rahat bırakılmış yüz yukarı şekilde, sadece baş sağa sola dönecek şekilde yatanlar, sakin, sessiz, vakur, ağzı sıkı kişilerdir. Gereksiz yere konuşanlardan, ortalığı velveleye veren insanlardan hoşlanmazlar. Kendilerini diğer kişilerden yüksek olarak konumlandırırlar.

Yüzü koyun (serbest düşüş) yatış..
Yüzü koyun yani bacaklarınız aralık ve düz, kollar baş hizasında yastığın üzerinde olacak şekilde, başını sağa-sola çevirerek yatanlar, topluluk, sürü halinde yaşamayı sever. Başkalarından çok kendilerini önemserler.. Bunun yanında sinirli, huzursuz ve içli, kolay incinen kişilerdir. Eleştirilmeyi veya uç durumları sevmezler.

Deniz yıldızı yatışı..
Yüz yukarı, kollar başın her iki yanına yastığa konulmuş açık, bacakları sağa ve sola açık biçimde yatanlar iyi arkadaş olurlar. Bu tür kişiler her zaman başkalarını dinlemeye hazırdır ve yardım istediğinizde yardımcı olurlar. Genellikle ilgi odağı olmaktan hoşlanmazlar.

Hangi pozisyon sağlıklı?
Sağlık açısından yüzü koyun yatmak sindirimi durdurur, deniz yıldızı ve asker pozisyonlarında horlama ile sıkça karşılaşılır, kötü uyunmasına neden olur. Midenin baskılanmadığı, kolay nefes alınan düz bir yatış gece boyunca sağlıklıdır. Rahat uyku sağlar, horlamayı azaltır. Uyuyan kişiler nasıl yattığının farkında olmadığı için, bu şekilde yattıklarında bile çok iyi yku uyumaları her zaman mümkün olmayabilir. Bu tür araştırmalarda ayrıca, çoğu insanın uyku pozisyonunu değiştirmekten hoşlanmadığını da ortaya koyuyor. Buna göre insanların sadece % 5'i her gece farklı bir pozisyonda uyuduğunu belirtiyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:24 pm

Sigara Bıraktıran İlaç Psikoloji Bozuyormuş


Tiryakinin derdine zehirsiz çözüm olarak tanıtılan , sigarayı bıraktıran ilaç Chantix’in başta intihar olmak üzere bir dizi davranış bozukluklarına ve psikolojik sorunlara yol açtığı belirlendi.
Chantix'e ilişkin açıklama yapan Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), bunu kullanan insanlarda intihar girişimi, intihar etmeye eğilim ve depresyon gibi psikolojik sorunlar ortaya çıktığını duyurdu.


FDA, beyinde nikotinden haz alma merkezlerini körelterek sigara içme isteğini azaltan Chantix'in üreticisi Pfizer'dan ilacın kutusunun üstüne yan etkilerini gösterir uyarı yazısı eklemesini istedi. Uzmanlar ilacın insanın psikolojisini bozduğu gibi, aynı zamanda geçmişte yaşanan bir psikolojik rahatsızlığın yinelemesine de neden olabileceği uyarısında bulunuyor.
Pfizer firmasından yapılan açıklamada ürünün olası yan etkileri konusunda ilacın kullanma talimatı ve kısa ürün bilgilerinin gücellendiği, ancak, kutu üzerine uyarı yazısı yazılmasının gündeme gelmediği belirtildi. Yapılan açıklamada şöyle denildi:

“Pfizer ve FDA tarafından, Chantix ürününün Amerika'da pazara sunulmasını takiben yapılan değerlendirme sonucunda; hastaların ve sağlık çalışanlarının ilacın olası yan etkileri konusunda bilgilenmeleri amacıyla ilacın kullanma talimatı ve kısa ürün bilgileri güncellenmiştir. İlaç kutusu üzerinde ise herhangi bir uyarı yazısının yer alması gündeme gelmemiştir. Söz konusu güncellemeler, Türkiye'deki ruhsat otoritelerine ve Sağlık Bakanlığı'na bildirilmiştir.”

Türkiye'de satışı ruhsat aşamasında olan ilacın bazı kesimler tarafından kullanım amacıyla yurt dışından bu ilacı getirtildiği belirtiliyor. 2006 yılında FDA'dan satış izni alan Chantix, bugüne kadar, doktorlar tarafından sadece ABD'de 4 milyon kez reçetelere yazıldı. Viagra'dan sonra Pfizer’in ürettiği en başarılı ilaçlardan olarak bilinen Chantix, üretici kuruma 2007 yılı içinde 883 milyon dolarlık gelir sağladı.
Üniversite Öğrencilerinin depresyon haritası!



Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) öğrencileri arasında yapılan araştırmada, sınıf seviyesi yükseldikçe depresyon puanının arttığı, kız öğrencilerin, erkek öğrencilere göre daha depresif olduğu belirlendi. AİBÜ Tıp Fakültesince, merkez kampüsteki 7101 öğrenciye uygulanan anketle ruhsal bozukluklar açısından tarama yapıldı.
Prof. Dr. Cengiz Kılıç ve Yrd. Doç. Dr. Özden Arısoy’un önderliğinde psikolog ve araştırma görevlilerinden oluşan ekibin yürüttüğü "AİBÜ Öğrencilerinde Depresyon" araştırmasının "genel ve ilk sonuçlarına" göre, sınıf seviyesi yükseldikçe depresyon puanı artıyor. İki yıllık bölümdekilerin depresyon puanı en düşük, 6 yıl ve üstü gruptaki öğrencilerin ise en yüksek olduğu belirlenen araştırmada, Pamukkale Üniversitesi ve GATA’daki çalışmalarda da benzer bulgu saptandığı, ODTÜ’de ise 1. sınıflarda depresyon puanının daha yüksek olduğu dile getirildi.
Ayrıca AİBÜ’de kızlar, erkeklere göre "anlamlı olarak" daha depresif. Bunun, kadınlarda depresyonun erkeklerden daha fazla görüldüğü bulgusu ile uyumlu olduğu bildirildi.

DEPRESYON PUANI MÜHENDİSLİKTE EN YÜKSEK

Depresyon puanı, Mühendislik’te en yüksek iken, Tıp Fakültesi’nde en düşük çıktı. Eğitim ve İktisat Fakültesi öğrencilerinin bu puanları, Fen-Edebiyat Fakültesindekilerden "anlamlı olarak yüksek."
AİBÜ öğrencilerinin ortalama depresyon puanı 10.83 olarak bulundu. Araştırmada ODTÜ, Hacettepe, Cumhuriyet ve Pamukkale üniversiteleri ile GATA’daki taramalarda ortalama 13 puan iken, ABD’deki üniversite öğrencilerinde bu rakamın 7.6 olduğu vurgulandı.
Kızlarda depresyon puanı erkeklerden yüksek. GATA ve Kanada’daki çalışmalarda da kız öğrencilerde depresif belirtiler yüksek bulundu.
Araştırmaya göre, "stresli yaşam olayı" sayısı, okuldaki yıl sayısına bağlı olarak artıyor. Bu sayı, yaş artıkça da artıyor.
Depresyon gelişimi açısından en güçlü belirleyicinin özellikle "son 1 yıldaki yaşam olayları" olduğu belirlendi.

DEPRESYON, SOSYAL DESTEK VE DİNDARLIK İLİŞKİSİ

Araştırmada, depresyon düzeyleri ile öğrencilerin kendi bildirimine göre sosyal destek algısı ve dindarlık düzeyi ilişkisi de incelendi.
Kız öğrencilerin ve ailesiyle beraber yaşayanların "dindarlık puanları" daha yüksek çıkarken, erkeklerin ve ailesiyle yaşamayanların sosyal desteğinin daha yüksek olduğu görüldü.
Dindarlık puanı, Sağlık Yüksek Okulu’nda en yüksek, Tıp’ta en düşük. Bu puanın en yüksek 1. yıl öğrencilerinde, en düşük 6 yıl ve üstü okuyanlarda olduğu belirlendi.
Sosyal destek puanı ise en düşük Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu, en yüksek Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerinde tespit edildi. Bu puanın, 2 yıllıklarda en yüksek, 6 yıl ve üstü okuyanlarda en düşük olduğu belirlendi.
Analizde, "Ailesiyle yaşayanların daha dindar olmasının, geleneksel aile yapısıyla", "Aileden ayrı yaşayanların sosyal destek algısının daha yüksek olmasının, yaşam koşulları gereği sosyal alışkanlıklarının farklılaşması ve arkadaşları ile daha fazla zaman geçirmesiyle" ilgili olabileceği belirtildi.
Analizde şöyle denildi:
"Depresyon düzeyi, dindarlık düzeyi ile negatif yönde ilişkilidir. Literatürde bu konuda uzlaşma yoktur. Depresyon düzeyi, sosyal destek algısı ile negatif yönde ilişkilidir. Bu bulgu literatürle uyumludur. Yani sosyal destek arttıkça depresyon azalmaktadır. Sosyal desteğin ruhsal hastalıkları önleyici etkisi bilinmektedir."
Anketlerde depresyonu olduğundan şüphelenilen öğrenciler, tam tanıya ulaşılabilmesi amacıyla AİBÜ İzzet Baysal Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edildi. 37’si erkek, 48’i kız toplam 85 öğrencinin 30’unda majör depresyon tespit edildi.

-EN YAYGIN RUHSAL BOZUKLUK DEPRESYON-


Araştırmada, üniversite çağının, yaşamın önemli bir parçasını oluşturduğu, ergenlik dönemi gibi bir yaşam krizinin hemen ardından başladığı vurgulanarak şöyle denildi:
"Buna ek olarak farklı bir ortam ve çevresel değişiklikler de genci zorlamakta ve değişik problemlerle yüz yüze getirmektedir. Bu problemler öğrencilerin akademik, sosyal, kişisel ve ruhsal yaşantılarını önemli düzeyde etkileyebilmektedir. Ülkemizdeki saha araştırmalarında tespit edilen en yaygın ruhsal bozukluk depresyondur."
1997’de toplumda klinik depresyonun hayat boyu tekrarlanma sıklığının yüzde 10 dolayında olduğu, üniversite öğrencilerinde de depresyonun sık rastlanan bir bozukluk olduğu vurgulandı.
Öğrencilerdeki depresif ruh hali, dikkatini toplayamama, halsizlik, isteksizlik, uyku bozuklukları gibi belirtilerin ders başarısı için gerekli işlevi olumsuz etkilediği kaydedildi. Ders başarısının düşmesinin de depresif belirtileri arttırabileceği dile getirildi.



Bilinç Altına İnmeye Sınırlama

İngiltere'de psikoterapi seanslarına yeni düzenleme getirme hazırlıkları, uzmanlar ile hükümet arasında yeni bir polemiğin fitilini ateşledi. Düzenlemeyle, ruhsal bozuklukları tedavi etmek için konuşma seansları düzenleyen ve hastanın bilinç altına inen terapistlerin, hastada görülen semptomlarla nasıl mücadele ettiğini, bağlı olduğu bir kuruma açıklaması zorunlu olacak. Ayrıca seansların nasıl ve hangi yöntemlere göre yapılacağına dair rehber niteliğinde bir uygulama kitapçığı da hazırlanacak. Böylece yanlış yöntemler kullanılarak hastaların sorunlarının daha da ağırlaşmasının önüne geçilmesi amaçlanıyor. Ancak, temeli ilk kez ünlü bilimadamı Sigmund Freud tarafından atılan ve hastanın bilinç altına inerek sorunların çözülmeye çalışıldığı psikanaliz yönteminin belirli bir düzenlemeye ve sınırlamaya tabi tutulacak olması, tepki çekti.

BİRÇOK VAKADA İŞE YARAMAZ

Yeni düzenlemeye muhalif bilimadamları, hastanın bilinç altına inmeden sadece spesifik semptomlara dayalı bir tedavi yönteminin bir çok vakada işe yaramayacağı görüşünde birleşiyor. Psikanalistler, "açık uçlu ve terapinin keşif yöntemini izleyen" doğasının, yasaların dışına çıkmak anlamına gelmemesi gerektiğini savunuyor. İngiltere'deki Freud yöntemleri Analiz ve Araştırma Enstitüsü Başkanı Darian Leader da konu hakkında şu yorumu yaptı: "Bu yeni sistem yalnızca beslenme bozuklukları ve depresyon gibi birtakım fiziksel semptomları olan sorunların çözümü için belki yetebilir. Ancak psikanaliz yönteminde terapinin ne noktaya gideceği, ne kadar seans devam edeceği, nasıl geri dönüşümler alınacağının ucu hep açıktır. Kavramsal terapi yöntemlerinin aksine yalnızca belirgin bir semptomu yok etme amacı taşımaz."


2011'DE UYGULAMAYA GİRİYOR

Henüz hazırlık aşamasındaki yeni uygulama önümüzdeki yıl kamuoyu ile paylaşılacak. 2011 yılında da uygulamaya sokulması bekleniyor. Düzenlemeye uymayan uzmanlaa ise, ceza verilmesi öngörülüyor. Düzenleme gereği psikanalistlere, farklı durumlarda nasıl bir terapi yöntemi izleneceklerini gösteren 450 farklı rehber hazırlanacak. Leader ise "Eğer bu kural uygulamaya konursa asla işlemez. Freud'un izinden giden psikanalistler için bu ülkede çalışmanın bir anlamı kalmaz" diyerek uyarıda bulunuyor.


PSİKANALİZ NEDİR?

Psikanaliz, Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir. Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır. Amaç, hastanın özgürlüğü kısıtlayan eski ilişki kalıplarından kurtulmasına yardım etmektir. Günümüzde ise, yöntemin bilimsel geçerliliği konusunda şüpheler bulunuyor.


TÜRK UZMANLAR NE DİYOR?

Uygulamada zorluk çıkabilir

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan: İngiltere'deki gibi kriter getirme şeklinde bir yöntem, uygulamada bazı zorluklar çıkartabilir. Bu konuda bir standardizasyon yapılabilir mi kesin birşey söylemek zor. Tıpta hiçbir zaman yüzde 100 ya da yüzde 0 gibi rakamlar yoktur. Hele iş psikiyatri olunca bu daha da zordur. Çünkü özneye göre uygulanan yöntemin başarısı da farklılık gösterir.


Türkiye'de hiç kontrol yok


Psikiyatr Özkan Toktaş: Türkiye'de psikiyatr olup psikanaliz yöntemini kullanan oldukça az. Böyle bir durumda kişiler çok rahatlıkla yetkileri olmamasına rağmen tedaviyle uğraşabiliyorlar. Danışmanlık adı altında psikanaliz yaptığını söyleyebiliyor. Türkiye'de kurs bitirmiş herkes bunu yapabiliyor. Bizde ne bir kontrol var ne bir sorumluluk. Ciddi psikozlara bile sebep olsalar sorumlu kabul edilip haklarında dava açılamıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:24 pm

Depresyon Diyabeti Etkiliyor


İsveç'teki Karolinska Enstitüsü bilim adamları, "psikolojik sıkıntıları" olan erkeklerin sıkıntısı olmayanlara oranla tip 2 diyabet hastalığına yakalanma riskinin iki katından fazla olduğunu belirtti. Profesör Anders Ekbom liderliğindeki araştırma ekibi, araştırmayla ilgili olarak "Diabetic Medicine" dergisinde yayımlanan makalede stresin, beynin hormonları düzenlemesini etkileyebileceğini bildirdi.
Prof. Ekbom, psikolojik sorunlar beynin hormonları düzenlemesini etkileyebileceği gibi, depresyonun, kişinin beslenmesini ve fiziksel aktivitelerini olumsuz yönde etkilemesinin de hastalığın gelişmesinde etken olabileceğini ifade etti.
Kadınların sorunlarla başetmede farklı stratejileri bulunduğunu belirten Prof. Ekbom, kadınların sorunlarını konuşabildiğini, ancak erkeklerin bu tür sorunları açığa vurmaktan kaçındığını, sorunlarını alkol, uyuşturucu ve kişisel bazı faaliyetlerle halletmeye çalıştığına dikkati çekti.


Google insanı aptal yapar mı?


Günümüzün büyük bir bölümü bilgisayar başında, intternette sörf yaparken geçiyor. İnternete araştırma yapmak, yeni bilgiler öğrenmek için de giren var başka maçlarla da... Google başta olmak üzere pek çok arama motoru istediğiniz bilgiyi tabii ki doğru ya da yanlış bir tıkla ayağınıza getiriyor. Zahmetsizce anında önümüze gelen bilgi hayatımızı kolaştırıyor; ancak uzmanlara göre bazı sağlık sorunlarına da yol açabiliyor. Amerikalı gazeteci Clive Thompson’un dediği gibi bu durum ‘düşünceye büyük bir iyilik’ ama her iyiliğin de bir bedeli var. İşte bu bedeli!

Geçtiğimiz hafta Amerika’da yayımlanan Atlantic haber dergisi işte bu iyiliğin bedelini ‘Google bizi aptal mı yapıyor.’ başlığı ile kapağına taşıdı. Nicholas Carr’ın kaleme aldığı yazıya göre google, insanları düşünce tembelliğine itiyor. Bunu kendi hayatından örnekler vererek anlatan Carr, “Uzun yazıları okurken zihnimi toparlayamıyorum. 2-3 sayfadan sonra konsantrasyonumu yitiriyorum. Beynim laf dinlemez bir şekilde ağırdan almaya başlıyor.” diyerek açıklıyor. İnternet yazarı Bruce Friedman ise “Uzunca bir makaleyi okuma yeteneğimi tamamen kaybettim, webde birçok kaynaktan aynı anda birçok kısa pasajı tarıyorum. Artık Savaş ve Barış gibi kalın kitapları okuyamıyorum.” diyerek adeta Carr’ı destekliyor. University College London’daki akademisyenlerin yaptığı bir araştırma ise internetin ‘bilme’ye olan etkisi üzerine somut bir resim sunuyor. Araştırmaya göre popüler araştırma sitelerini ziyaret edenlerin çoğu bu siteleri bir tarama aktivitesi olarak kullanıyor. Bir kaynaktan diğerine zıplıyor ve hiçbir makalenin 2-3 sayfasından fazlasını okumuyor. Bu şekilde de okumanın yeni bir şekli ortaya çıkıyor: Online okuma. Bunda kişiler sadece başlıkları, içerikleri gösteren sayfaları ve özetleri hızlı bir şekilde tarıyorlar.
Dünyanın yeni yeni tartışmaya açtığı google ve arama motorları, bu dergide anlatıldığı gibi insanı gerçekten düşünce tembeli yapar mı? Ya da okuma, araştırma ve geliştirme alışkanlıklarını değiştirir mi? Konuyu bizim uzmanlarımızla görüştüğümüzde ortaya biraz farklı bir yaklaşım çıkıyor. Çünkü uzmanlara göre bizim ülkemizde hâlâ bilgi erişimi kısıtlı ve okuma alışkanlığı zayıf denilebilecek bir noktada. Hal böyle iken arama motorları düşünce tembelliğinden çok çalışkanlığa götürebilecek bir tablo çıkarıyor karşımıza. Google, google scholar (akademik çalışmalara erişilebiliyor) ve Wikipedia (online ansiklopedi) gibi arama motorlarıyla kütüphanelerde bile bulunamayan bilgiler bir tıkla anında karşınıza çıkıyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr. Kemal Sayar’a göre burada mesele google değil, onu kullanma biçimimiz. Şayet google’ı kullanmayı bilirsek aradığımız bilgiyle ilgili asıl kaynaklara ve referanslara kolaylıkla ulaşabiliriz. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arif Verimli’ye göre arama motorları düşünsel bazda tembelleştirmez; ama yanlış bilgiye ulaştırabilir. Onun için interneti kullanan kişilerin uyanık olması ve bilginin doğruluğunu test etmesi gerekir. Prof. Dr. Kerem Doksat ise ‘Psikiyatri profesörü olmama rağmen müracaat ettiğim başlıca iki kaynağım var. Bunlardan biri pubmed (tıbbi makalelerin yayımlandığı bir internet sitesi), diğeri ise google.’ diyerek arama motorlarının düşünce tembelliği yaptığı tezine katılmıyor.


Sonuç olarak bizim uzmanlar arama motorlarının bilgiye ulaşma hızını ziyadesiyle artırdığı için bunun kötü sonuçlar doğuracağına pek inanmıyor. Ama yine de ‘google’dan her öğrendiğiniz bilgiye inanmayın, mutlaka daha ileri kaynaklardan tarayın’ mesajını veriyorlar.

Google’dan çok faydalanıyorum

Doç. Dr. Kemal Sayar (Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi): Bizim gibi zaten düşünce tembeli olan bir ülkede google ateşleyici bir misyon üstlenebilir. Biz temel metinlere bile google vesilesiyle ulaşabiliyoruz. Ben bile google’dan çok faydalanıyorum. Ülkemizde hiç bulamayacağım materyallere, kitaplara google sayesinde ulaşabiliyorum. Ayrıca bilgisayardan bile olsa üç satır bir şey okumak, hiçbir şey yapmamak ya da lüzumsuz chat odalarında seviyesiz konuşmalar yapmaktan çok daha değerlidir.

Google'ı seviyorum

Prof. Dr. Kerem Doksat (Psikiyatrist): Arama motorlarına girip anahtar kelimeyi yazdığında ilgili bütün verileri önüne seriyor. Ben günde iki saat okuyan, iki ayda bir makale yazan biri olmama rağmen önemli kaynaklarımdan biri google. Bir bilgiye iki aylık bir çalışma sonucunda ulaşabilecekken iki dakikada ulaşabiliyorsam bu bir fırsattır, bir avantajdır. Bilgiye ulaşmak için bize aracı olan ve bilgiye ulaşma hızımızı artıran hiçbir şeyin kötü olabileceğine inanmıyorum. Ama orada ulaştığınız kaynakların doğruluğunu da mutlaka check edin. Ben kesinlikle google'ı seviyorum.

Korku Filmleri Niçin Güldürür?


Korku filmlerine insanlar farklı tepkiler verebiliyor. Kimileri bu filmleri izlerken çığlık atma derecesinde korku yaşarken, kimileri kendilerini gülmekten alı koyamıyor. Peki aradaki bu farkın sebebi ne?...
Korku filmlerinin bazı insanlara dehşet içinde çığlık attırırken, bazılarını da güldürmesinin sebebi anlaşıldı. Bilimadamları, endişeyle bağlantılı bir genin iki farklı versiyonunun, bazı insanların bu filmlerden etkilenmemesine yol açarken, diğerlerininse korkudan donup kalmalarını izah ettiğini belirledi.
İngiliz Telegraph gazetesine göre araştırmda elde edilen bulgular, korku filmleri tarihinde eşsiz bir yeri olan The Exorcist (Şeytan) adlı filme, 35 yıldır insanların niçin farklı tepkiler verdiğini açıklıyor.
1973 yılında çekilen ve tüm zamanların en korkunç filmi ünvanını alan The Exorcist, ürkütücü sahneleriyle bazı izleyicileri sinemada bayıltacak kadar etkili olurken, kimi izleyicileri de güldürmekten öteye gidemiyor.
Uzmanlar, beyinde endişeyle bağlantılı kimyasallar üzerinde etkili olan 'COMT' geninden iki aynı kopyaya sahip olan insanların, nahoş görüntülerle karşılaştıklarında kolayca rahatsız olduklarını belirledi. Bu genleri taşıyan insanların, ürkütücü sahnelerden irkilmeye çok daha meyilli oldukları saptandı.

Kimileri Heyecanlarını Kolayca Gizliyor

Diğer yandan sözkonusu genin farklı versiyondaki iki kopyasına sahip olan insanların ise heyecanlarını denetim altında tutmakta daha başarılı oldukları belirlendi.
Behavioural Neuroscience dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre ikinci kümedeki insanlar, endişelerini kolayca gizleyebiliyor.
Almanya'da Bonn Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmada, deneklere, tebessüm eden bebekler, sevimli hayvanlar gibi duygusal anlamda hoşa giden, ikinci aşamada elektrik kablosu ya da saç kurutma makinesi gibi 'nötr', üçüncü olaraksa bombalar ve yaralı insanların yer aldığı 'itici' resimler gösterilerek tepkileri ölçüldü.
Araştırmayı yürüten ekipten Christian Montag, gen farkının, insalardaki karmaşık endişe ve kaygı durumunu etkileyen çok sayıda faktörden biri olduğunu ancak bu alanda ilk adayların tanımlanmış olmasının, doğru yönde atılmış önemli bir adım olduğunu belirtti
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:25 pm

Masaüstleri, kişiliğinizi ele veriyor


İnsan psikolojisi hakikaten karmaşık bir sistem üzerine kurulu. Bu sistem içerisindeki her bir unsur bize insanı anlama ve tanıma yönünde bir adım daha attırıyor. Bu yüzden en ayrıntı sayılabilecek şeyler bile değerleniyor. Nasıl insanın göz rengi, boyu gibi fiziksel özellikler o kişinin gözümüzde canlanmasını kolaylaştırıyorsa, onun ellerini kullanış biçimi, odasının düzeni veya düzensizliği de karakterini anlama noktasında bize yardımcı oluyor. İçinde bulunduğu ve dokunduğu her şeye sirayet eden insan, kullandığı eşyalarla da bize 'Ben buyum' diyor adeta. Bu araçların başında da bilgisayar geliyor.


Bilgisayar başında geçirilen zaman arttıkça, teknik bir bağımlılığı zorunluluk olmaktan çıkarıp onu kişiselleştirmeye başlıyoruz. Artık çantalarımıza kadar giren ve günün bilmem kaç saatini başında geçirdiğimiz bilgisayarların bizi yansıtmaması da söz konusu değil zaten. Özellikle de duvar kâğıtlarının. Bilgisayarı açar açmaz karşımıza geliveren boş ekranı az da olsa renklendirmek adına neler kullanmıyoruz ki. Çizgi film karakterlerinden çiçeklere, aile fotoğraflarından ünlü resimlere kadar pek çok şey duvar kâğıdımız olmaya aday. Hatta son dönemde insanlara sırf bu konularda hizmet veren binlerce site açıldı. Uzmanlar duvar kâğıtlarının bir insanın karakterinden izler taşıyabileceği noktasında farklı düşüncelere sahip.


Görüşlerini aldığımız danışman psikolog ve psikoterapist Mehtap Kayaoğlu, bir insanın kullandığı duvar kâğıtlarının onun kişiliğinin aynası olmasa da hayattaki duruşuyla ilgili bir fikir verebildiği düşüncesinde. Bu yüzden aile terapilerinde ebeveynlere çocuklarını bilgisayar başında gözlemlemelerini tavsiye ediyor. Özellikle gençlerin yaşları gereği duvar kâğıdı olarak arkadaşlarının ya da model aldıkları kişilerin resimlerini tercih ettiğini belirten Kayaoğlu, intihar girişimi olan depresif tiplerin adeta 'Beni keşfet' dercesine duvar kâğıtlarında daha karamsar ve girift resimler kullandıklarını belirtiyor. Psikiyatrist Kemal Sayar ise bu durumun erişkinler için ayırt edici bir özellik olmadığı kanaatinde. "Duvar kâğıtları daha çok gençler için ayırt edici özellik olabilir. Çünkü onlar için dış görünüş, simgeler çok daha önemli ve zamanın popüler eğilimlerini, kendi duygusal tercihlerini yansıtmada daha çok kullanıyorlar.


Hayatta henüz çok fazla şey yapmadıkları için simgeler sayesinde kendi kimliklerini oluşturduklarını düşünüyorlar." diyor. Yine de duvar kâğıdı kullanma ihtiyacı hissetmeyip bilgisayarı salt teknik bir araç kabul eden pek çok kişi var şüphesiz. Fakat simgesel ifadenin zaman zaman diğer ifade biçimlerinin önüne geçtiğini düşününce, özellikle bilgisayarla duygusal bir bağ kuranların ve belki de onu ağırlıklı iletişim aracı olarak kullananların duvar kâğıtlarının da kişisellik barındırdığı aşikâr oluyor. Biz de farklı meslek gruplarından kişilere bilgisayarla olan bağlarını ve duvar kâğıdı zevklerini sorduk.

Herkesin duvar kâğıdı kendine

Cem Kızıltuğ - İllüstratör ve Tasarımcı:

Çalışmalarım gereği uzun süre ekran karşısında bulunmam gerekiyor. Doğal olarak ruh halimle görüntülerin değiştiği olmuştur. Şu var ki masaüstünde canlı, cansız v.b. resimleri görmeyi sevemedim hiç. Ekranı tamamen siyah ve kırmızı renkle kapladığım zamanlar da oldu. Bu da sadece o anki ruh halimi değiştirebilmek içindi. Genellikle ekranda düz gri rengin tonlarını tercih ettim. Ev ve iş bilgisayarlarımda gri ufak bir şekli döşeyerek oluşturduğum duvar kâğıdını uzun süredir tutuyorum. Sanırım bu son kullandığım gri şekil değiştirmeyi düşünmediğim duvar kâğıdı deseni olacak. Şu zamana kadar ekranını görüp kullandığı duvar kâğıdının kişiliğini yansıtmadığını düşündüğüm bir kişi bile olmadı. Sanırım filmlerde oluyor.

Ahmet Turan Alkan - Yazar:

Ortalama altı saat bilgisayar başında geçiyor galiba; öyle olunca ekran resmi ister istemez hayatımızın fiziki bir unsuru haline geliyor. Bu sebeple bilgisayarımda duvar kâğıdı kullanıyorum. Çünkü tercih ettiğim bilgisayar sistemi (Apple), Windows sistemlerinden çok önce, kullanıcıya bilgisayarını şahsileştirme imkânı sunuyordu. O zamandan beri, bomboş bir ekran yerine, zevkimden izler taşıyan bir ekran resmi olmasını tercih ediyorum. Bazen bir resmin altı ay durduğu olur, bazen birkaç günde değiştirim. Duvar kâğıtları, kravat gibi, tişört gibi, gömlek gibi şahsi bir aksesuar değil mi zaten?

Mehtap Kayaoğlu- Danışman Psikolog ve Psikoterapist:

Bilgisayar başında çokça vakit geçirenlerin onu kişiselleştirmek istemesi çok normal. Doğayla barışık olanlar doğa manzaralarını, daha içe dönük olanlar felsefi resimleri tercih edebiliyor. Bense bilgisayarıma duvar kâğıdı koymuyorum. Çünkü bilgisayar benim için bir araçtır. Benim gibi bilgisayarı teknik anlamda kullanan, kendi duygusal süreçlerini onda çok fazla yansıtma ihtiyacı hissetmeyenler pek duvar kâğıdı kullanma ihtiyacı hissetmiyorlar. Genellikle bilgisayarıyla duygusal bağ kuranlar, onu hayatının önemli bir yerine getirenler, duvar kâğıtlarını çokça kullanıyor.

Biray Dalkıran - Yönetmen

Günde altı saat bilgisayar başında olup sürekli o ekrana bakınca ister istemez duvar kâğıdı kullanma ihtiyacı hissediyorum. Özellikle senaryo yazarken bilgisayarımda tanıdık bir resim olsun istiyorum. Genelde kendi çektiğim fotoğrafları koyuyorum. Duvar kâğıdımı ruh halime göre haftada bir değiştiririm. Morale ihtiyacım olduğunda mum resmi, keyifliyken deniz, yalnız kaldığımda da Havva resmi koyuyorum.

Salih Memecan - Karikatürist:

Bilgisayar başında en az 4-5 saat geçiriyorum. Fakat bilgisayarımda duvar kâğıdı kullanmıyorum. Ama telefonumda modern bir resim var (Renkli benekler). Duvar kâğıtları kişiliği yansıtıyordur herhalde. Ben kullanmadığıma göre kişiliksiz mi oluyorum şimdi?


Şeker hafızayı güçlendiriyor



Araştırmacılar, şekerli içeceklerin ilkokul çağındaki çocukların hafıza ve konstanrasyonlarını olumlu etkileyerek geliştirdiğini ortaya çıkardı. Konunun incelendiği araştırmanın sonuçları, çok şekerli beslenme biçiminin hiperaktiviteye yol açtığı kanısıyla da çelişiyor.

Araştırmayı yürüten Prof. David Benton, "Şekerin hiperaktiviteye yol açtığına dair bir kanıt yok. Biz çalışmamızda, şekerin hafıza ve konsantrasyonu geliştirdiğini gösterdik" dedi. Beş ilâ on yaşları arasındaki çocukların beyinlerinin gelişimi için yetişkinlere oranla iki kat daha fazla miktarda glukoza ihtiyacı olduğunu anlatan Prof. Benton, diğer organların aksine beynin enerjiyi depolayamadığını ve doğrudan kan yoluyla aldığını söyledi.

Dokuz ve 10 yaşlarındaki 16 çocuğa yapay tatlandırıcı ya da glukozlu meyve suyu verilen araştırmada, glukoz tüketen çocukların hafıza testinde en az yüzde 10 oranında daha başarılı olduğu saptandı. Bilimciler yine de, zihinsel gelişimin büyük porsiyonlardan ziyade küçük düzenli atıştırmalarla mümkün olabileceğini savunuyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler EmptyPaz Tem. 19, 2009 1:26 pm

Gebelikte Ruhi Bozukluklara Dikkat


İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Başak Yücel, anne adaylarında doğuma dair korkular, bebeğin sağlığıyla ilgili sürekli endişe duyma ve bebeği istememe gibi duygular yaşanabileceğini belirterek, bu duyguların ısrarlı, yoğun ve hayatı engelleyecek düzeyde olması halinde, psikiyatrik yardım aranması gerektiğini bildirdi.




Doç. Dr. Başak Yücel, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, ruh ve beden açısından sağlıklı bir kadın da gebelik döneminin, ufak tefek sorunları olsa da genellikle önemli ve hoş bir tecrübe olarak yaşandığını söyledi. Kadınlıkla ve annelikle ilgili önemli ruhi çatışmalar yaşamayan, doyumlu, mutlu, eşinin ve ailesinin desteği yeterli olan bir kadın için, gebeliğin olumlu pek çok duyguyu içerdiğini vurgulayan Doç. Yücel, "Bununla birlikte, anne adayları arasında olumsuz duygular ve beklentiler içinde olanların sayısı az değildir. Doğuma ilişkin korkular, bebeğin sağlığıyla ilgili sürekli endişe duyma, kısıtlanmışlık duygusu, bebeği istememe gibi duygular yaşanabilir" diye konuştu.


Ayrıca, genel olarak kaygı düzeyinin artışı, duygusal dalgalanmalar, ağlama eğilimi, daha hassas ve etkilere açık olma gibi değişiklikler gözlenebileceğini ifade eden Doç. Dr. Başak Yücel, tüm bu sayılanların, hafif derecelerde, gelip geçici ve kısa süreli olarak bir çok gebe kadında görülebildiğini kaydetti. Doç. Yücel şöyle dedi:


"Ancak önemli olan, bu duyguların ısrarlı, yoğun ve kadının yaşamını engelleyecek düzeyde olmasıdır. Böylesine etkili yaşandığı,zaman, gebelik zor ve sancılı dönem haline dönüşecektir. Bu durumda psikiyatrik yardım arama en uygun yoldur."


İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Başak Yücel, hamilelik döneminde, ağır ruhi bozuklukların gelişme riskinin düşük olduğunu belirterek, buna karşılık, doğumdan sonraki biryıl içinde ağır ruhi bozukluk geçirme riskinin arttığını bildirdi.


PSİKİYATRİK DANIŞMAN ÖNERİSİ

Gebe olmayan kadınlara oranla daha seyrek olmakla birlikte, gebelik sırasında manik-depresif bozukluk atağı ve şizofrenik belirtilerin alevlenmesinin görülebileceğini söyleyen Doç. Yücel, "Bu nedenle, daha önce ruhsal bir bozukluk geçirmiş olan kadınların, gebeliği planlarken veya hamile kaldıktan sonra, bir psikiyatriste danışmaları uygun olacaktır. Unutulmaması gereken bir diğer nokta, geçmişte bir ruhsal bozukluk varsa, doğum sonrası alevlenme ihtimalinin bulunmasıdır" diye konuştu.


Doç. Yücel, gebelikte ruhi durumu olumsuz etkileyen faktörleri ise şöyle sıraladı:


"Küçük yaşta, isteği dışında ve hazırlıksız gebe kalmış olmak, eşin olmaması, eşin duygusal desteğinin olmaması, kadınlık rolü ve sorumluluğuyla ilgili güçlükler, ciddi bir fiziki hastalığın bulunması, sürmekte olan bir ruhi bozukluğun varlığı, maddi ve sosyal desteğin yetersizliği."


Doç. Yücel, hamilelik döneminde var olan ağır ruhi rahatsızlığın tedavi edilmemesi halinde, 'Annenin ve bebeğin yetersiz beslenmesi, doğum öncesi ve sonrası bakımı uygulayamama, kendine veya bebeğe zarar verme ve intihar' gibi olumsuzlukların ortaya çıkabileceği uyarısında bulundu.


Tatil dönüşü depresyona dikkat



Yaz ayları çoğu insan için tatil aylarıdır. Ancak bu tatillerin dönüşlerinin kişiyi depresif duygulanıma hatta depresyona kadar sürükleyebilecek sonuçları olabilir. Bu riskli durumları iki ana başlık altında toplayabiliriz:

Tatilin beklenen kadar hatta kimi zaman daha iyi geçmesi

Tatili iyi ve istediği gibi yaşayan kişi bu tatil bittiğinde gerçekliğine döneceğini fark etmediği veya kabullenmediği takdirde sinirlilik, yorgunluk, tahammülsüzlük, konsantrasyon güçlüğü, uyku ve iştah düzensizliği gibi depresif duygudurum belirtileri gösterebilir.


Araştırmalar özellikle lüks (kendi günlük hayat standardının üstünde) tatiller sonrası bu tip belirtilerin daha fazla görüldüğünü; kişilerin bu tatiller dönüşünde yoğun adaptasyon sorunları yaşadığını göstermektedir. Tatil süresi uzadıkça kişinin kendi gerçekliğinden uzaklaşması da o kadar köklendiğinden, bu belirtilerin uzun tatillerle birlikte daha yoğunlaştığı gözlemlenmiştir. Bu belirtilerin oluşma riskini azaltmak için kişiler tatilin “yeni bir gerçeklik” değil sadece bir “ara” olduğunu baştan fark etmelidirler. Ayrıca, döndükleri zaman iş ve sorumlulukları dışında kendileri için yapacakları aktiviteler hazırlamaları (konser bileti almak, yeni bir yemek kursuna başlamak, bir davet organize etmek vs.) ve iş yüklerini mümkün olduğunca tatil öncesinden azaltıp sonrasına rahat bir program bırakmaya çalışmaları önerilebilir.

Tatilin beklendiğinden kötü ve/veya beklentileri karşılamayarak geçmesi

Bu durum özellikle kontrolde olma inancı, ve mükemmeliyetçi yapısı yoğun olan kişilerin tatilleri sonrasında depresif duygulanım içine girmelerine yol açabilir. Bu kişiler için “kötü” geçen tatil onların başarısızlığı ve eksikliğidir. Bu da kabulü oldukça zor bir durum olup depresif duygulara yol açma olasılığındadır. Bu tip kişilerin baştan beklentilerini yüksek tutmamaya çalışmaları, bekledikleri gibi geçmeyen tatilin kendi hatalarının olmadığını görmeye çalışmaları, başarılı oldukları alanları kendilerine hatırlatıp bu durumun genel geçer bir gerçeklik olmadığını fark etmeye çalışmaları, mümkünse yeni bir kısa kaçamak tatil planlamaları önerilebilir. Bu başlık altındaki depresif duygulanım ilkine göre daha derin ve yoğun olabilir çünkü bir kök salmış bir kişilik ve düşünce yapısının ürünüdür. Bir uzman yardımı bu durumda hem o andaki sorun hem de kişinin genel anlamdaki hayat kalitesinin artmasına fayda sağlayacaktır.


Hangi Ruh Haliyle Ne Yemeliyiz?



Hayal kırıklıkları, endişe, bezginlik, aşırı öfke, çekingenlik gibi durumlarda iştahınız da olumsuz etkilenir. İşte ruh halinize göre hangi besinleri tüketmeniz gerektiğinin listesi:

Kivi ile enerjik olun

Yorgunluğa karşı kivi: İştah, yorgunluktan olumsuz etkilenir. Kişi yemek bile yemek istemez. Böyle dönemlerde C vitamini yönünden zengin taze meyve ve sebzeler daha yararlı olur. Bu sebzeleri özellikle vitamin kaybına uğramaması için çiğ tüketin! Bu dönemde portakal, kivi, havuç, yeşil biber ve maydanozu beslenmenize ekleyin, içecek olarak kuşburnu ile bitkisel çayları kullanın

Bezginlere süt takviyesi

Bu dönemde özellikle kalsiyum açısından zengin süt, yoğurt ve peyniri bolca tüketin. C vitamini ihtiyacı da bu dönemde artacağı için taze meyve ve sebzeye hem sabah hem de akşam öğünlerinde ağırlık verin.


Öfkeye karşı ceviz

Çekingenlere balık: Beslenme listenize bu dönemde; fosfor açısından oldukça zengin olan balık, kurubaklagil ve bulgura ağırlık verin. Haftada 3-4 öğün istavrit, levrek, hamsi, çipura, palamut ve lüfer tüketebilirsiniz. Bu besinler çekingenlikten çabuk kurtulmanıza yardımcı olurken kendinize olan güveni tekrar kazanmanızı sağlar.

Aşırı sinirlenince fındık

Sinirliyken yağlı tohumlar, özellikle fındık, ceviz ve fıstık tüketilmesi uygundur. Kafeinli içeceklerden ve kırmızı etten mümkün olduğunca uzak durun.

Hayal kırıklığına kereviz

Sebzelerin hayal kırıklığını hafifletici özellikleri vardır. Özellikle enginar ile kereviz yaşadığınız hayal kırıklığını kısa zamanda atlatmanıza yardımcı olur.


Kötü anıları silen beyin mekanizması



Almanya, Muenster ve California Üniversitesi'nden araştırmacıların tespitine göre beyinde nöropeptid S isimli bir protein, amigdalanın içesindeki küçük bir nöron grubuna etki ederek, olumsuz hatıralara verilen travmatik yanıtları silmede etkili oluyor.

California Üniversitesi'nden farmakoloji profesörü Rainer Reinscheid'in bu konudaki görüşleri şöyle: "Heyecan verici olan şu ki; biz bu çalışmada kötü hatıralara verilen travmatik yanıtları regüle eden, bütünüyle yeni bir süreç keşfettik. Bu bulgular panik bozukluk veya posttravmatik stres bozukluğu gibi inatçı korkuların pençesindeki hastaların tedavisine yönelik alternatif ilaçların geliştirilmesine ön ayak olabilir." Çalışma Neuron'un 31. Temmuz sayısında yer alıyor.

Yaptıkları testlerde, bilim adamları sıçanları olumsuz hatıraları tetikleyen durumlara maruz bıraktılar. Sonuç olarak, amigdala nöronlarındaki nöropeptid S reseptörleri bloke edildiğinde, kötü hatıralara verilen travmatik yanıtların daha uzun süre devam ettiği görüldü. Buna karşılık, sıçanlar bu reseptörleri aktive eden terkiplerle beslediğinde, travmatik yanıtlar daha hızlı bir şekilde ortadan kalktı.

"Travmatik bir olayın ardından, çevresel hatırlatıcılar çoğu zaman yaşanan o kötü deneyimle ilişkilendirilir. Ve aynı ortama tekrar maruz kalmak korku hislerini, hatta panik atakları yeniden tetikleyebilmektedir." diyor Reinscheid.

Bir başka araştırma sonucuna göre, bu tarz negatif deneyimleri unutmak "yeni öğrenme"yle mümkün olabilmektedir. Mesela zarar verici sonuçlara yol açmaksızın, ilk deneyimin meydanan geldiği ortama yeniden maruz kalmak gibi. Reinscheid hatıraları söndürme olarak adlandırılan bu sürecin gerek insanlarda gerekse sıçan gibi laboratuvar hayvanlarında meydana geldiğini belirtiyor. Bu çalışmaya kadar, bilim adamları beyinde ürkütücü hatıraların söndürülmesinde rol oynayan spesifik nöron ve moleküllerden habersizlerdi.

Reinscheid'in ekibi tarafından gerçekleştirilen önceki çalışmada, Nöropeptid S'nin uyanıklığı ve anksiyeteyi regüle etmede rol oynadığı ortaya konmuştur. Geçtiğimiz yıl, nöropeptid S reseptörünün farklı bir genetik varyantının panik bozukluğa yatkınlığı arttırabildiğine dair bulgu saptanmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Acemi Forum Eğitim & Öğretim :: Ödevler & Tezler & Projeler :: Felsefe & Psikoloji -
Powered by phpBB © Acemi Forum
Copyright © 2007 By [-İDLE-] & adegerli33