Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir
Son Ziyaretiniz: Perş. Ocak 01, 1970
Toplam Mesajınız: 17
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

Psikiatri ve psikoloji tanımları

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikiatri ve psikoloji tanımları Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Psikiatri ve psikoloji tanımları Psikiatri ve psikoloji tanımları EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:58 am

Psikiatri ve psikoloji tanımları


halk tarafından eşit anlamlarda kullanılmakla birlikte ,birbirinden oldukça farklıdırlar.Psikiatristler:tıp fakültesi sonrası uzmanlık alanı olarak psikiatriyi seçenler,psikologlar ise sosyal bilimlerden tercihini psikoloji eğitimi üzerine yapanlardır.Hastalık tedavisinde rolleri sınırlıdır,ilaç verme yetkileri bulunmamaktadır.



Psikoloji bu konumu ile daha çok “destek veren”birimdir.




Psikiyatri ve psikolojinin ideolojik kullanımına dair iki deneme:

Cemal Dindar

I-Bir ideolojik aygıt olarak genetik

Hiç eğip bükmeden, gevelemeden şu soruyu sormalıyız: hayatın bedene bu denli şiddetle mahkum edildiği başka dönemler olmuş muydu? Toplumcu kurtuluş umutlarının toplumların genzine tıkıldığı dönemlerde, *****grafinin, hedonist yaşamların çoğaldığı, arsızlaştığı ve handiyse örnek hayatlar haline getirildiği zamanlar biliyoruz. Buna özel yaşamlara yönelmiş röntgenci hazzı ve özel yaşamını sergilemeyle beslenen teşhirciliği de ekleyelim. Tüm hayatı, bedenle, yani yoksulluğu zeka düzeyiyle, mutluluğu beyindeki serotonin miktarıyla, inancı, aşkı, öfkeyi... genetik kod ile gerekçelendirmek ise dünyaya insafsızca kakılmış bir ideolojiye yeni donlar biçmektir. O ideoloji, Reagan-Theacher döneminden beri dünyada, Özal döneminden beri ülkemizde, dışında düşünmenin "gericilik-çağdışılık-dinozorluk" olarak damgalandığı bir ezber yarattı. Özal dönemi, bir de nedir? Bu ideolojinin, yerli distribütörlerinin yaratılma sürecidir. Toprak çok uygundu... İnsanlar o dönemden beri, yurtdışına gidiyorlar ve dönüyorlar... Yani, beyin göçü filan olmuyor artık. Beyin göçü olmuyor ama, giden beyinler göçürülüyor; gidiyorlar, başka bir beyinle dönüyorlar. Gittikleri, transplantasyona, beyin nakline tabi tutuldukları kurumların distribütörlük belgesini alıyorlar, geliyorlar ve bayilik açıyorlar. Neoliberalizm ile üfürülmüş olan her sözü Türkçe'ye tercüme eden bir yerli bayii var, artık. Kanım o ki, bize, Kemal Derviş örneğinde olduğu gibi, bu beyinleri, üretildikleri merkezlere geri iade etmek düşüyor.
Kelimelerin, koka kola kutularından farkı yok... mitos değeri varmışçasına kutsanıyorlar ve işlevini yerine getirdikten sonra da teneke kutular olarak çöpe atılıyorlar. Bilgi çağı... teknoloji çağı... iletişim çağı... Yaşadığımız çağı tek bir nitelikle anacaksak, önerim Kirlenme çağı'dır... Dünyaya çöp sepeti muamelesi yapılmasının miladı Sanayi Devrimi'dir. Son üç yüz yılda dünya, binlerce yıllık insanlık tarihinden daha fazla kirletildi. Benim çocukluğumda kirlenmenin simgesi denizde yüzen karpuz kabuklarıydı ve sorumluluğu yoksulların üzerine atılırdı. Sonra pet şişelerle, zehirli atıklarla, atmosferi zedeleyen gazlarla.... tanıştık. Bunlarla birlikte düşünelim lütfen: dağcılık, malumunuz, "doğa sporu"dur. Doğa sporcusu dağcıların gözdelerinin başında Everest geliyor. Ve hatırlayalım, Everest bile bunların çöplerine isyanda... Zaman zaman gazetelerde, Batılı dağcıların Everest'e bıraktığı çöplerle ilgili haberler çıkıyor. Televizyonlar, reklamlar başladığında daha fazla bağırıyorlar, halının üzerinde oynayan çocuk sesin şiddetindeki değişiklikle oyundan kopup reklamın içine düşüyor ve televizyon reklamı, günde bilmem kaç kez vaaz ediyor: Kirlenmek güzeldir... kirlenmek güzeldir...
Ruhbilimden biliyoruz ki, insan dışına nasıl davranırsa içine de öyle davranıyor. Biz, insan doğasına dair bu inceltilmiş gerçeği Türkçe'nin zenginliğinde sezmişiz zaten; aslan yattığı yerden belli olur demişiz. On yıldır psikiyatri mesleğinin içindeyim. On yıldır, ruhsal rahatsızlıkları biyolojik belirteçlerle açıklama çabası sürüp gidiyor. Şizofreninin, depresyonun, kaygının ve diğer ruhsal rahatsızlıkların ortaya çıkmasını belirleyen herhangi bir biyolojik-genetik belirtecin bulunduğuna, bunun sonucunda hastalıkların ortaya çıkmasının engellendiğine, tedavi stratejilerinin oluşturulduğuna dair kesinleşmiş bir keşif yok. Temel sorular ve çözümsüzlükler açısından psikiyatri on yıl önce nerede ise yine orada emekliyor. Bilgide niteliksel bir dönüşüm olmamasına rağmen, iktisadi olarak müthiş bir sıçrama yaşandı. Psikiyatrinin de tabi olduğu merkezi sinir sistemi ilaçları bölümü ilaç sektörünün en güçlü alanlarından biri haline geldi. Bir yandan yoksulluğun ruhsal rahatsızlıklarla ilgisi olmadığı, insanların yoksul oldukları için daha fazla ruhsal zorlanma yaşamayıp, ruhsal olarak "disorded-arızalı" oldukları için yoksullaştıkları ya da yoksul kaldıkları şeklindeki tüm zamanların en vicdansız tezlerinden birinin altı doldurulmaya çalışılırken, bir yandan da ruhsal rahatsızlıkların çözümü ilaca ve ilaç şirketlerine tabi kılındı ve halkların yoksullaştırılmasının ana kalemlerinden biri oldu.
Kirlenmeyi, kapitalizmin yetiştirmesi kuşakların çiğneyip tükürüp attığı, ya da tutup kokuşturduğu nesnelerin çöp halini almasından ötede kavramak gereklidir. Pop-kültürün haplaştırılmış silikonlu ikonalarını tapınma araçlarına dönüştürmüş küresel vaaz, asıl dilde ve o dilin tutunduğu mitosta tahribat yapıyor. Eğer kavimlerle ilgili bir "kalıtım" araştırması yapılacak ise yozlaşmayı, DNA sarmallarında değil burada, dil-beşiğinde aramak gerekiyor. Küreselleşmeci vaazın önemli bir kaldıracı olan tarihin sonu tezine bir de buradan bakmalıyız. Batı uygarlığı denilen ve bugün halklar için bir kabusa dönüşen heyulayı, tüm insanlığın nihai ulaşacağı, tarihselci erek olarak koyarsanız, bu ereksel çizgiye karşı koyan ya da başka hedeflere doğru yürüyen her türlü insan macerasını kültürel gariplik olarak kodlarsınız, bir yandan da küreselleşmeci vaazı her türlü yerel distribütörle pompalarsınız olur biter... Anadolu gibi, macerası insanlık macerası ile bir olmuş topraklarda bu kültürel ***leştirmenin şiddetle uygulamaya sokulması rastlantı değildir. Burada da yine diyalektiğin akıl dolu dersiyle karşı karşıyayız; bir yanda ruhsallık ile ilgili sorunların genel olarak kültürden ve iktisattan bağımsızlığı ileri sürülürken, bunun tamamlayıcısı olarak, memleketin en köklü gazetelerinden birinde vaşington temsilcisi bildiriyor: Anadolu'da baskın gen Türk geni değil... İyi de bayram değil seyran değil... eniştem beni niye öptü...!
Niyesini düşündükçe, öfke, onun yanında öfkemizi adam etmeye ahdetmiş bir hüzün boyveriyor. Günümüzde olup bitenlere dikkatli ve ısrarlı bakmak, kapitalizmin Marxist okumasını yeniden ve güçlü bir şekilde doğruluyor. İktisat temelinden, daha net söylersek sınıf mücadelesinden kopartılmış siyasetin, ancak ve ancak insan karşıtı bir ideolojik yükle mümkün olduğu bunlardan biri. Faşizmin, kapitalizmin geçirdiği geçici bir havale olmadığı ve yapısında içkin olduğu, düşük yoğunluklu bir şekilde hemen hep hazır tüfek bekletildiği bir diğeri. Naziler, 1933'te ruhsal hastalık tanısı alanları kısırlaştırma yasası çıkarmışlardı. Gerekçeleri ise Münih Üniversitesi'nde yapılmış genetik çalışmalarıydı. Bu bilinir. Fakat şu unutulur, unutturulur; 1950'lere değin Amerika Birleşik Devletleri'nde akıl hastaları kısırlaştırılıyordu. Theacher döneminde, ruh sağlığı alanına ayrılan sağlık harcaması payı hızla düşürüldü ve akıl hastalarının toplumun kamburu olduğu düşüncesi resmi ağızlarda bile dile getirilmeye başlanmıştı. Bunun altını dolduran sözde bilimsel bilgi ise; hepatit nasıl karaciğer iltihaplanması, menenjit nasıl beyin zarı hastalığı ise, ruhsal rahatsızlıkların da bir "beyin" hastalığı olduğu savıydı. Psikiyatri halen bu sav ile iş görmekte ve hastane klinikleri dışında başka bir toplum yokmuş gibi davranmaya devam etmektedir. Patolog Virchow, modern tıbbın kurucularından biridir. Açık yüreklilikle "Tıp sosyal bir alandır" demişti. Günümüzde ise tıp, insanı, bedenine indirgemiş durumda ve hayatı biçimlendirmede kullanılan ideolojik aygıtların en gözde olanlarından biri. Faşizm dönemlerinin ana karakteristiklerinden biridir bu. Nerede toplumu topyekun susturmaya ahdetmiş bir baskı mekanizması varsa, insanın bedeniyle kurduğu ilişkinin yeniden tarifi ve insanların bedenlerine uygulanan baskı da bunun bir parçası olmuştur. İşkenceden, ilaç araştırmalarında kobay olarak kullanmaya değin... Türkiye'de 12 Eylül zifiri karanlığında, komünistlerin akıl hastası olduğunu kanıtlamak için mahkumların jandarma dipçiği ile kliniklere taşındığı günlerde, Amerika'da başka çalışmalar sürdürülmekteydi ve bu sözde bilimsel çalışmalardan şu sonuçlar elde edilmekteydi: "suç işleyenlerde ve işsizlerde zeka düzeyleri, toplumun genel ortalamasına göre daha düşüktür. Zeka düzeyi düşük olan toplum kesimlerinde, doğurganlık oranı daha yüksektir. Zeka, eğitimle ve diğer çevresel faktörlerle değil de, daha ziyade kalıtımla ilgili olduğundan, bu durumda toplum, giderek daha düşük zekalılardan meydana gelecek dolayısıyla suç işlemenin ve işsizliğin önüne geçmek imkansızlaşacaktır.... Eğer yoksullar yoksulsa bu her şeyden önce zenginlerden daha az zeki oldukları içindir. Onlara acıyabiliriz, ancak bu hiçbir şeyi değiştirmez. Sonuç olarak sosyal adalet programları savurganlıktan başka bir şey değildir. Üstelik yoksullar daha fazla çocuk yaptıkları için de kötü genlerin yayılmasına neden olurlar. Açıkça görülmektedir ki, eğer yoksul siyahlara yardıma son verilirse, her şey daha iyi olacaktır..." Bu sözleri Amerikalı araştırmacılar, 1970-1990 yılları arasında yapılmış Amerikan Ulusal Uzunlamasına Gençlik Araştırması'nın verilerini yorumlarken sarfediyorlar. Bunların moda deyimle "münferit" tartışmalar olmadığı, basında yer alan haberlerle anlaşılıyor. Massachusetts'teki Shriver Kamu Sağlığı Merkezi'nde yapılan araştırmaya göre, işverence gen testi yapılan ve ilerde hastalanabileceği varsayılan 582 çalışanın işine son verildiği bildirilmiştir. Başka bağımsız çalışmalar da vardır. Sorumlu Genler Konseyi, benzer bir şekilde işinden edilmiş 200 kişiye ulaşmıştır ve bu rakamların gerekçenin saklanma olasılığı da düşünüldüğünde buzdağının görünen kısmı olduğu da bildirilmektedir.
İnsanların biyolojik özelliklerine göre sınıflamaya tabi tutulmasının insanlığa nice kabuslar yaşattığını biliyoruz. Büyük insanlık serüveninde biyolojik/bedensel yetersizliklerini hayat içinde bir olanağa dönüştürmüş nice görkemli hayat öyküsü varken gelinen noktada her türlü yaşama olanağının ancak biyolojik belirteçlerle koşullanabildiği savı neoliberalizmin adına uygun bir neofaşizmdir. Psikiyatri'den biliyoruz; burjuvazi, hemen tüm sıradışı çocuklarını, Hemingway'leri, Van Gogh'ları, Rimbaud'ları... akıl hastalığı ile damgaladı. Biyogenetik indirgemeciliği toplumun yeniden dizaynı için bir yöntem olarak dayatıyorlar. Hayatın yeniden inşaasına buradan başlayınca da her biri insan yaratıcılığının, aklın ve sezginin birer sıçraması olan yaratıcılara gerek kalmıyor. Orada beden fetişizminin canlı örnekleri olan oyuncular boşluğu dolduruyorlar. Bu arada futbolculuk ile aktörlüğün aynı kelimeyle karşılanması da düzel bir dilsel sezgi olarak hayata katılıyor. Gazetelerde boy boy sergilenen "anti-aging" programları, toplumsal gelenekte takın zamana değin toplumsal aklın mayası olarak görülen "ihtiyarlar meclisi"ne düşmanlık halini alıyor. Özetle; Anglosakson ahlakının özü olmuş yararcılığa uygun olarak, işe yaramadığı ya da artık işe yaramadığı düşünülen her şey ve herkes damgalanıp çöpe atılacaktır. Öyle görünüyor. Genetik ayrımcılığın, bu ideolojideki kullanım değerini görmemek içinse, söylediğimiz gibi, beynin göçürülmüş olması gerekiyor...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Psikiatri ve psikoloji tanımları

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Acemi Forum Eğitim & Öğretim :: Ödevler & Tezler & Projeler :: Felsefe & Psikoloji -
Powered by phpBB © Acemi Forum
Copyright © 2007 By [-İDLE-] & adegerli33