Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir
Son Ziyaretiniz: Perş. Ocak 01, 1970
Toplam Mesajınız: 17
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:51 am

Psikoloji


İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir.

Psikologlar iki önemli ilişki üzerinde çalışırlar: ilki, beyin ve davranış, ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikologlar hem araştırmacı olarak gözlem, deney ve analiz gibi bilimsel yöntemleri izlemek hem de bilimsel bulguları uygulamak için yaratıcı olmak durumundadırlar. Psikologlar araştırma yaparak geliştirdikleri kuramları sınarlar ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgileri uygulama alanında çalışanların kullanımına sunarlar. Ayrıca, bireylerin ve toplumların değişen gereksinimlerini karşılamak amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirirler.

Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar.

Psikologlar bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar.

Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar.
Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Örneğin, hatırlamanın pasif bir süreç olmadığı, bireylerin belleklerindeki geçmiş bir olaya ait bölük-pörçük bilgileri, kendi yorumlarıyla birleştirip aktif olarak yeniden yapılandırdıkları dolayısıyla da tanık ifadelerine tam olarak güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Beden ve ruh sağlığının içiçeliğine en iyi örnek ise, aşırı yarışmacı, sabırsız, telaşlı, aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan ve diğer insanlara karşı olumsuz inanç ve davranış içinde olan “A tipi” kişilik özelliğinin, ani kalp krizlerinin en önemli yordayıcısı olmasıdır.

Psikologların çoğu işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya adamışlardır.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar.

Psikologların uzmanlaşabilecekleri alan sayısı oldukça fazladır ve bu nedenle kendilerini farklı etiketlerle tanımlarlar. Aşağıda size genel bir fikir verebilmek için bazı alanlar tanıtılmıştır. Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Aşağıda tanıtılan alt alanlarda psikologlar, araştırmacı, uygulamacı ya da her iki rolde birden çalışırlar. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir
Adli Psikoloji (Adli psikolog): Yasal konulara ve sorunlara psikolojinin ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan bir alandır. Adli psikologlardan bazıları hem psikoloji hem de hukuk eğitimi almışlardır. Mahkemelerde genellikle onların uzmanlıklarına gereksinim duyulur. Örneğin, hüküm giymiş ya da göz altında tutulan kişilerin davranışlarını ve duygusal strese maruz kalıp kalmadıklarını değerlendirir ve ebeveynlerden hangisi çocuğun velayetini almalıdır ya da bir sanığın zihinsel kapasitesi mahkemede savunma yapmak için yeterli midir gibi sorunlu durumlarda hakime yardımcı olurlar. Lisans ya da yüksek lisans derecesine sahip olanlar, ıslahevi, hapishane ve adli tıp enstitülerinde, hukuk uygulama birimlerinde çalışırlar. Doktora derecesini almış olanlar ise psikoloji bölümlerinde ve hukuk fakültelerinde, araştırma organizasyonlarında ve toplum sağlığıyla ilgili kuruluşlarda danışmanlık yapmakta ya da hukuk uygulama birimlerinde, mahkemelerde ve ıslahevlerinde çalışmaktadırlar.

Deneysel Psikoloji (Deneysel psikolog): Temel davranışsal süreçlerdeki değişiklikleri araştıran ve öğreten psikologlardır. Deneysel psikoloji içindeki önemli alt dallardan biri, bilginin işlenmesi, belleğimizde depolanması, depodan geri çağrılması ve problem çözme durumlarına uygulanması gibi bilgi işleme sürecini çalışan bilişsel psikolojidir. Öğrenme, duyum, algı, performans, motivasyon, bellek, dil, düşünme, iletişim ve problem çözme, yeme, okuma gibi davranışların altında yatan fizyolojik süreçlerin araştırılmasıyla ilgilenen alt alan ise fizyolojik psikolojidir. Deneysel psikologlar, hayvan davranışlarını da inceler ve insan davranışlarıyla ilişkilendirirler. Deneysel psikologlar, aynı sosyal psikologlar gibi genellikle akademik alanda ve araştırma enstitülerinde çalışırlar.

Eğitim Psikolojisi (Eğitim psikoloğu): Eğitim psikoloğu insanların nasıl öğrendiğini ve etkili öğrenmenin gerçekleştirilmesi üzerine yoğunlaşırlar. Her yaştaki insanın eğitimi için gerekli araç, gereç ve yöntemleri geliştirirler. Becerileri değerlendirir ve eğitim programlarının düzenlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olurlar. Ayrıca yüksek teknik becerilerin öğretimi, değerlendirilmesi ve düzenlenmesi konularında da eğitim psikologlarından yararlanılmaktadır.Yetenek, güdü, sınıf ortamı gibi pek çok etmeni dikkate alırlar. Eğitim psikologlarının bazıları bilgisayar programlarında da kullanılabilecek yeni yönergeler geliştirirler, öğretmenlere eğitim verirler ve öğretmenlerde iş verimini, performansını ve doyumunu etkileyen etmenleri çalışırlar.Doktora eğitimli gelişim psikologlarının çalışma alanları genellikle öğretim üyeliği ve çeşitli eğitim ortamlarında danışmanlıktır.

Endüstri/Örgüt Psikolojisi (Endüstri psikoloğu): İş yaşamını iyileştirme ve üretimi arttırma amacıyla psikolojik ilkeleri iş yaşamına uygularlar. Bu psikologların çoğu insan kaynakları uzmanı olarak görev yaparlar. Plan yapma, kaliteli yönetim, örgütsel değişim gibi alanlarda eleman örgütlenmesi ve eğitimi konularında çeşitli örgütlere yardımcı olurlar. İlgileri arasında, örgütsel yapı, iş verimi, iş doyumu, tüketici davranışı, personel seçimi ve personelin geliştirilmesi gibi konular yer almaktadır. Endüstri psikologlarının sorumlulukları arasında araştırma yapmak, araştırma sonuçlarını kullanılır kılmak ve problem çözücü olarak işlev görmek de vardır. Endüstri/örgüt psikologları, ticarette, endüstride, kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışabilirler ve firmalara danışmanlık yapabilirler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:52 am

Gelişim Psikolojisi (Gelişim Psikoloğu): Gelişim psikologları doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar uzanan yaşam süresinde insan gelişiminin evreleri üzerinde çalışırlar. Gelişim psikologları yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilenirler. Gelişimdeki evrensel nitelikler, kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde çalışırlar. Doktora düzeyindeki gelişim psikologları, arştırma yapma ve öğretim üyeliği gibi faaliyetlerde bulunabilirler. Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar kreş ve gündüz bakımevlerinde, okulöncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastahane ve kliniklerde gelişim psikoloğu olarak çalışabilirler.Huzurevleri ve diğer merkezlerdeki yaşlıların belirlenen hedeflere yönlendirilmeleri, yetiştirme yurdu ve bakımevlerinde ergen ve gençlere uygulanan programların değerlendirilmesi türünde faaliyetleri de yürütürler.

Klinik Psikoloji (Klinik psikolog): Zihinsel davranışsal ve duygusal bozukluğu olan bireyleri değerlendirip, tedavi ederler. Klinik psikologların ilgilendikleri sorunlar, gelişim dönemleriyle ilgili kısa süreli gelişimsel krizlerden (ergenlikteki başkaldırı ve orta yaşta kendilik değerindeki düşme gibi) fobi, depresyon ya da şizofreni gibi daha ağır sorunların tedavisine kadar değişebilmektedir. Pek çok klinik psikolog aynı zamanda araştırma da yapmaktadır. Araştırma konuları arasında başarılı bir klinik psikoloğun özelliklerini ve bir tedavinin etkililiğinde rolü olan faktörleri belirleme, başarılı yaşlanmayla veya çeşitli davranış bozukluklarıyla ilişkili olan etmenler, fobilerin nasıl geliştiği ya da şizofreninin nedenlerini belirleme gibi konular sayılabilir. Ayrıca bireyi değerlendirmek amacıyla test ya da ölçek uygulama ve yorumlama ile tedavi amaçlı bireysel ya da grup terapisi yapma da klinik psikoloğun önemli görevleri arasındadır. Lisans ya da yüksek lisans eğitimi olan klinik psikologlar kendi muayenehanelerini açamasalar bile, doktora eğitimli bir başka klinik psikoloğun gözetiminde çalışabilirler.

Nöropsikoloji ve Psikobiyoloji (Nöropsikolog): Biyolojik sistemler ile zihnin işlevi ve davranış arasındaki ilişkiyi incelerler. Beynin biyokimyasal mekanizmaları, beyin yapılarının fonksiyonları, kimyasal ve fiziksel değişikliklerin davranışlara ve duygulara etkisini araştırırlar. Nöropsikolog, merkezi sinir sistemi bozukluklarının teşhis ve tedavisi ile ilgilenir ve davranış bozukluğunun teşhisi ve rehabilitasyonu için hastayla çalışır. Klinik nöropsikologlar, nöroloji, pediatri, beyin cerrahisi, psikiyatri kliniklerinde görev alırlar. Bu alanda yetişmiş akademik personel, nöropsikolog yetiştirir ve klinik psikolog ile tıp doktorlarının eğitimini üstlenir. Lisans ya da yüksek lisans derecesi olanlar nöropsikolojik değerlendirmede ya da araştırma laboratuvarlarında araştırma yardımcısı olarak çalışabilirler.

Okul Psikolojisi (Okul psikoloğu): Okul psikologları özel ya da devlet okullarında çalışır, öğrencilere danışmanlık ve değerlendirme yaparlar. Ruh sağlığı ve öğrenme için gerekli çevresel koşulları düzenleme ile de ilgilenirler. Sınıf ortamını bozan ya da özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ile ilgilenir, programlar geliştirir ve değerlendirir; sınıf yönetimi konusunda öğretmenlere eğitim verirler. Ailelere ve okul çalışanlarına da psikolojik ve eğitsel konularda danışmanlık yaparlar. Okul psikologları, anaokullarında, hastanelerde ve ruh sağlığı kliniklerinde çalışabilirler.

Psikometri (Psikometrist): Psikolojik bilginin elde edilmesi ve uygulanması sırasında kullanılacak teknik ve yöntemler üzerinde çalışırlar. Zeka, kişilik, yetenek ve diğer alanlardaki testleri geliştirirler. Bu testler, klinik, danışmanlık, iş yaşamı, endüstri ve okul gibi alanlarda kullanılmaktadır. Psikometristler, araştırma desenleri, veri analizi ve verinin yorumlanması konularında da faaliyet gösterirler. Bu alanda çalışan psikologlar, matematik, istatistik, teknoloji, ve bilgisayar programları bilgileriyle donanmışlardır. Yüksek lisans derecesi olanlar genellikle endüstride, araştırma merkezlerinde ve test geliştirme alanında çalışırlar.

Sağlık psikolojisi (Sağlık psikoloğu): Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl başedebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler.Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir. Sağlık örgütleri, kamu sektörü, hastane ve tıp merkezlerinde ya da polis güvenlik servislerinde çalışırlar. Henüz bu alanda oluşturulmuş bir yüksek lisans ya da doktora programı yoktur. Psikoloji bölümlerinin bazılarında verilen Sağlık Psikolojisi dersleri ve Türk Psikologlar Derneği bünyesinde verilen hizmet içi eğitim kurslarıyla eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır. Genellikle psikologlar, psikolojinin klinik veya sosyal psikoloji alanlarında bir uzmanlaşmadan sonra bu alana yönlendirilmektedirler.

Sosyal Psikoloji (Sosyal psikolog): Sosyal psikologlar insanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri ve sosyal çevrelerinden nasıl etkilendikleriyle ilgilenirler. Bireyleri, grupları ve grup davranışını, tutumları, önyargıları ve bunların oluşumu ile değişimini incelerler. Arkadaşlık, ikili ilişkiler, çekicilik ve saldırganlık gibi konular üzerinde araştırma yaparlar. Dolayısıyla sosyal psikolojide genellikle doktora derecesi gereklidir ve sosyal psikologlar çoğunlukla akademik ortamlarda çalışırlar. Ancak son yıllarda reklam şirketlerinde, hastanelerde, eğitim kurumlarında, mimarlık ve mühendislik firmalarında ve çeşitli kamu alanlarında araştırmacı-danışman olarak çalışmaktadırlar.

Spor Psikolojisi (Spor psikoloğu): Spor psikolojisi, psikoloji ilkelerinin spor ortamına uygulanmasını içeren bir alt alandır. Spor psikologları hem akademisyen hem de uygulamacı olarak çalışırlar.Spor psikologları, uygulamacı olarak takımın performansını artırmaya ve takım içinde olumlu bir hava yaratmaya çalışırlar. Bir yarışma öncesindeki kaygı ve sonrasındaki başarısızlık duygusu ile nasıl başedilebileceği konularında sporculara yardımcı olurlar; ayrıca, sporcuların yarışma amaçlarına yoğunlaşmalarına ve güdülenmelerine yardım ederler. Araştırmacı spor psikologları ise sporda davranış ve performansı etkileyen faktörleri araştırırlar. Ülkemizde henüz gerçek anlamda spor psikolojisi eğitimi veren bir birim bulunmamakla birlikte bu alana duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.

Trafik Psikolojisi (Trafik psikoloğu): Trafik psikolojisi, psikoloji ilkelerinin trafik ve yol güvenliği alanına uygulanmasıdır. Türkiye de yeni bir alan olan trafik psikolojisinin etkinlikte bulunduğu alanlar; sürücü yeteneklerinin psikoteknik değerlendirilmesi, sürücülük tarzları ve trafikte risk alma davranışı, sürücü eğitimi ve rehabilitasyonu, ergonomi, trafik güvenliği için bilinçlendirme, trafik yasalarını yapan ve uygulayanlara danışmanlık, trafikle ilgili davranış tutum yetenek ve becerileri ölçme araçları geliştirme, bu konularla ilgili araştırmalar ve üniversitelerde trafik psikolojisi dersleri verme olarak sıralanabilir. Trafik psikolojisi alanında henüz üniversitelerimizde yüksek lisans programları yoktur. Ancak, Türk Psikologlar Derneği’nce düzenlenen sürekli eğitim programlarıyla alanda duyulan gereksinime yanıt verilmeye çalışılmaktadır.

Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanmasıyla ortaya çıkan bir gerginlik durumudur. Tehlike ile karşılaşınca canlı kendini korumaya çalışır. Eğer savaşabileceği türden tehlikeyse savaşır, savaşamayacağı türdense ondan kaçar. Organizmanın tehdit durumunda olduğu stres karşısında insanlarda hem bedensel hem psikolojik düzeyde bir dizi olay meydana gelir. Örneğin: gözbebekleri büyür, kas gerimi artar, kalp atış sayısı artar, kan basıncı yükselir, solunum sayısı artar, endişe vs...
Stres, hayatın bir gerçeğidir. Ama stres genellikle olumsuz bir şey olarak düşünülür. Aşırı stres, insanı iş göremeyecek bir duruma getirip, ciddi sorunlar da yaratabilir. Ancak stresin olumlu bir yanı da vardır. Herkes için değişebilen ama belirli dozda stres, varoluşun olumlu bir özelliğidir ve etkili bir işleyiş için gereklidir. Bu tür stres organizmada fiziksel ve ruhsal gelişmelere, büyümeye ve olgunlaşmaya yol açar.
Olumlu ve olumsuz stresarasındaki farklılık, kişinin stres oluşturucu olay ya da ortamı nasıl algıladığına ve onunla nasıl başaçıktığına bağlıdır.

STRESİN PSİKOLOJİK YÖNÜ
Psikologlara göre stres, onu zihinde taşıyan kişiye aittir. Stres olgusu incelenirken stres verici durumlar kadar onlarla karşılaşan bireyin psikolojik özelliklerinin de ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir.
Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, kişinin olaya verdiği tepkiye bağlı olarak ortaya çıkar. Aynı olay farklı kişilerde, hatta bazen aynı insanda farklı zamanlarda farklı tepkiler ortaya çıkarır. Belirli bir uyarana belirli tepkiler verilir diye genelleme yapılamaz. Örneğin, babaları ölen üç çocuğu ele alalım. Bunlardan ikisi evli, birisi babayla yaşıyor olsun. Bu ölüm olayı evlatlar için önemli bir stres verici durumdur, fakat her üç çocuğu da aynı düzeyde etkilemez. Evli çocukları daha az etkilerken babasıyla yaşayanı daha çok etkileyebilir.
Burada en önemli değişken bireye özgü farklılıklar gösteren psikolojik mekanizmalardır. Bir olayı algılayışımız ve onunla başaçıkabilecek becerilerimizi değerlendirişimiz, o olayı stres verici ya da vermeyici olarak tanımlamamıza neden olur.
STRES ARAŞTIRMALARINDA ÖNCÜLER
Stres günümüzde çok iyi tanınmasına karşın, sadece modern toplumun insanına özgü değildir. Tarih öncesindeki insanlar bile stresin etkilerinin farkına varmışlardır. Günümüzdekilere benzer stres araştırmaları 20.yy’ın ilk dönemlerine kadar başlamamıştır. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Walter Cannon, insan bedeninin bir sistem olarak incelenmesinin önemini ilk farkeden bilim adamlarındandır. Cannon, 1930’larda “homeostatis” terimiyle sistemin kendi iç dengesindeki sürekliliği koruma özelliğinden söz etmiş; yaşamda gerekli olan dengeyi sürdürebilmek için kullanılan “geribildirim “ süreçlerini incelemiştir. Bedenin stres karşısında gösterdiği “savaş ya da kaç” tepkisine ilişkin ilk araştırmaları yapmıştır. Bugünkü stres bilgimizde bu araştırmaları katkıları vardır.
Selye de stresin fizyolojisi üzerinde çalışmalarıyla tanınmıştır. Genel Uyum Sendromu adını verdiği bir süreç tanımlamıştır. O’na göre tepkisi genel utum belirtisi olarak da adlandırılır.
Bunun 3 basamağı vardır:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:53 am

1. Alarm dönemi(reaksiyonu): Bu dönem, organizmanın dış uyaranı stres olarak algıladığı durumdur. Organizma mücadele ederek ya da kaçarak stresten korunmaya çalışır.
2. Direnç dönemi: Organizma yüzyüze olduğu stres verici duruma karşı direncini yükseltir. Bu dönemi başarı ile aşarsa beden normale döner, başarısız olursa beden kuvvetten düşer.
3. Tükenme dönemi: Stres verici olay çok ciddi ise ve uzun sürerse organizma tükenir, artık organizmada geri dönüşü olmayan izler bırakır.
Bu süreçle ilgili bir psikiyatrist araştırma yapmıştır. Bu psikiyatrist öğrenciyken birkaç beyaz fareyi bir kafes içinde buzdolabına koymuş ve orada bırakmıştır. İlk 24 saat gözlerinde kaçınılmaz ölüm korkusuyla, tüyleri bakımsız ve karmakarışık birbirlerine ve kafesin bir köşesine sokulmuşlardır. Ertesi günden itibaren fareler ağır ağır hareket etmeye başlamışlar, çok geçmeden psikiyatristin hayatında gördüğü muhteşem fareler haline gelmişler. Tüyleri yumuşak, tertemiz ve düzgünmüş. Birbirleriyle oynaşıyor, sürekli hareket ediyor ve durmadan yemek yiyorlarmış. Dondurucu ortama tümüyle uyum sağlamışlardı. Ama bir sabah kafesi buzdolabından çıkarmak üzereyken, bu son derece dinç ve sağlıklı fareleri ölü bulmuş.
Bu da Selye’nin Genel Uyum Sendromu araştırmalarında ortaya çıkan veriler doğrultusunda sonuçlanmıştır. Fareler başlangıçta alarm tepkisi göstererek ne mücadele ettiler ne de kaçabildiler. Bunun yerine hareketsiz kalarak, beden ısılarını koruyup, streslebaşaçıkmaya çalıştılar. Acil durumlarda bedenlerinin ürettiği yüksek düzeydeki adranalin ve kortizol, onların yeniden canlanmalarında ve gelişmelerinde yardımcı oldu. Ancak, durmaksızın süren soğuk yüzünden daha fazla dayanamayarak, titreyip öldüler.
STRESİN ÇEŞİTLERİ
Stres tepkisi yaratan durumlar 3 grupta toplanabilir:
1. Fiziki çevreden kaynaklananlar: Hava kirliliği, gürültü, kalabalık, radyasyon, sıcaklık, soğukluk, toz vs... verilebilir.
2. İş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar: Ağır iş, gece işi, aşırı yüklenme, karar verme güçlükleriyle dolu büyük sorumluluk getiren işler, zaman baskısı altında çalışma, rollerdeki belirsizlik, kişiler arası çatışmalar vs...
3. Psikososyal ögelerden kaynaklananlar: Bunlar da kendi aralarında 3’e ayrılır:
a. Günlük stresler: Günlük hayatın basit gerilimleridir. Örneğin, trafikte sıkışmak veya karşılaşılan bir terslik, evde işlerin aksaması, çocuk ağlaması, yemeğin yanması... Bunlar oldukça sık yaşadığımız streslerdir.
b. Gelişimsel stresler: Gelişimsel nitelikteki olayların sebep olduğu streslerdir. Burada söz konusu olan çocuk veya yetişkinlerin kronolojik durum ile ortaya çıkan gelişimleridir. Örneğin, çocuğun okula başlaması, 11-13 yaşlarında buluğ çağ, orta yaşın sonlarında menopoz ve andropoz, yetişkinlikte iş hayatına geçiş...
c. Hayat krizleri niteliğindeki stresler: Her hayata başlı başına biçim verecek nitelikteki olayların yarattığı streslerdir. Örneğin, ciddi hastalıklar, doğum, aile bireylerinden birinin ölümü, işten çıkarılma...
STRESİN KISA DÖNEM ETKİLERİ: Kalp atış sayısında artış, kan basıncında artış, endişe karamsarlık, kızgınlık, unutkanlık, dikkati toplayamama...
STRESİN UZUN DÖNEM ETKİLERİ: Kronik hastalıklar( başağrısı, kalp hastalığı), depresyon, fobiler, kişilik değişikliği, ruhsal hastalıklar, düşünce ve hafıza kusurları, uyku bozukluklarıdır.
Sonuçta; üretkenliğin azalması, zevk alamama, yakın ilişkilerden uzaklaşma ortaya çıkar.
STRESTEN KORUNMA YOLLARI
Psikolojik anlamda stres kişiye özgü ve biricik olan bireysel bütünlüğü bozucu ve zorlayıcı etkenlerdir. İnsanlar stres karşısında psikolojik ve sosyal bütünlüğü korumak amacındadırlar. Bu korumayı hem bilinçdışı mekanizmalar hem de bilinçli çabaları ile yaparlar. Kişiyi koruyan mekanizmalardan birincisi “ben savunma mekanizmaları” denilen bilinçdışı çalışan, gerçeği bozan korunma yollarıdır. En çok kullanılanları: bastırma, unutma, karşı tepki geliştirme, yansıtma, yer değiştirme ve gerilemedir.
Kişiliği koruyan diğer mekanizmalar bilinç ve çaba gerektiren gayretlerdir. Stres karşısında bilinçli sistemlerin etkisiyle daha çok bilgi edinme, anlama, algı alanını genişletme ve değerlendirme, yeni çözümler arama gibi zihinsel süreçler etkinlik gösterir.
STRESLE BAŞA ÇIKMA TARZLARI
Her insan aynı koşulları altında bile bir birinden çok farklı tepkiler gösterir. Biri kaygılı ve gerilimliyken diğeri soğukkanlı ve sakin olabilir. Bu çok doğaldır. Herkesin kendine özgü bir stresle başa çıkma tarzı vardır. Başaçıkma tarzımızın bazı yönleri sağlıklı ve etkiliyken diğer yönleri daha az etkili ve üstelik sağlığımıza, ilişkilerimize ve performansımıza zararlı olabilir.
Stresle başa çıkma tarzları: Sigara içmek, alkol almak, yemek yemektir. Bazıları strese tepki olarak geri çekilir, içine kapanır, pasifleşir, sorunlarıyla yüzyüze gelmekten kaçınır, bazıları aşırı tepki gösterir, bazıları stres karşısında hiç tepki göstermeyip yaşanan sıkıntıyı içinde biriktirir. Stresle başa çıkmada esnek olabilmek önemli bir niteliktir. Esneklik, değişime daha açık olmamıza olanak tanır. Böylelikle stresli olarak algıladığımız olay sayısı azalabilir.
Son yıllarda yapılan bazı araştırmalarda “A Tipi” davranışların kalp hastalığı riskiyle bağlantılı olduğu belirtilmektedir. Fredman ve Rosenman yaşam biçimi ve kalp hastalığı arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Bu çalışmada derinlemesine gözlem ve görüşme yöntemi ile denekleri davranışlarına göre A tipi ve B tipi olarak sınıflandırmışlardır.
A tipi davranışlar tipik olarak sürekli zamanla yarışan ve sabırsızlık duygusu içinde olan insanlarda görülür. A tipleri sabah erken kalkıp, işe gitmek için kapıdan fırlarken kahvesini bir dikişte içen, çoğunlukla bir çok şeyi aynı anda yapmaya çalışan insanlardır. Çoğu zaman ses tonları ve hareketleri yaşadıkları bu telaş duygusunu açıkça sergiler. Hızlı konuşurlar, konuşanın sözünü kesme eğilimindedirler. Konuşmanın gidişini denetlemeye çalışırlar. Yumruklarını sıkabilir ve dişlerini gıcırdatabilirler. A tipleri aynı zamanda aşırı derecede rekabetçidirler. Nitelikten çok niceliğe önem verirler, çoğunlukla güvensizdirler.
B tipleri ise daha rahat, daha uysal, daha az rekabetçi ve daha az saldırgandırlar. A tipleri küçük ayrıntılara takılma eğilimi gösterirken, B tipleri olaylara daha geniş bir bakış açısından bakabilirler. Yaşama karşı daha az telaşlı bir yaklaşımları vardır. B tipleri de stres yaşarlar, ancak zorlamalar ve tehditler karşısında daha az paniğe kapılırlar.
STRESLE BAŞA ÇIKMADA KENDİMİZLE OLUMLU DİALOG
Stresli bir durumla başa çıkmaya çalışırken kişinin kendisine olumsuz şeyler yerine, olumlu ve mantıklı şeyler söylemesinin yararlı etkisi olur. Olaylar karşısında gösterilen olumsuz tutumlar, kişinin kendine söylediği olumsuz sözler, o olay sırasında hissedilen gerginliği artırmaktadır. Bu durumu bir örnekle açıklayabiliriz; diyelim ki hazırladığımız bir ödevde önemli bir bilgiyi atladığımızı farkettik. Kendi kendimize şöyle söyleyebiliriz. “Berbat bir şey oldu. Böyle devam edersem asla başaramam.” Ya da şunları diyebiliriz “Çok aptalca bir hataydı. Ama yaptığım en kötü hata sayılmaz. Hocayla konuşup eksik kalan kısımları tamamlamayı önerebilirim.” İlk gruptaki düşünce olumsuz ve kişinin kendine zarar veren türdendir. İkinci grup ise daha olumlu ve sorunu çözmeye yöneliktir.
GEVŞEME TEKNİKLERİ VE YARARLARI
Stresli durumlarda gevşemeye ayrılan zaman yoğun stresin fiziksel etkilerini azaltmaya yardımcı olur. Gevşeye bilen kişiler, birikmiş stresin yarattığı gerginlikten sıyrıldıklarından yeniden enerji üretmek için bedenlerine zaman tanımış olurlar.
1) Derinlemesine gevşeme: Sinir sistemi rahatlar, kasların gerginliği azalır. Çok gergin ya da üzüntülü durumlarda gevşeme egzersizleri bu gerilimi tümüyle yok etmez ama azaltabilir. Derinlemesine gevşeme durumunu başarabilmek için biraz pratik yapmak gerekir.
Otojenik eğitim: Belli bedensel değişiklikleri yaratmak amacıyla hayal kurmaktır. Bunun için gözleri kapatıp sessizce oturmak ve kendi kendimize komutlar vermek gerekir. Örneğin; sağ kolum gittikçe ağırlaşıyor diyoruz. Kolumuzun ağırlaştığını hissediyoruz. Aynı şeyi sol kolumuz ve bacaklarımız için de yapıyoruz. Sonra sıcaklık duygusu geliştiriyoruz. Kolumuzdaki sıcaklığın arttığını hayal ediyoruz. Daha sonra kalp atışlarımızı sakinleştiriyoruz. Kendimize kalbim daha düzenli ve sakin atmaya başladı diyoruz. Aynı şekilde solunumu da düzenliyoruz. Son olarak bütün gövdem ısınmaya başladı diyoruz. Bunları yaparken alnım giddikçe serinliyor diyerek alnımızı serinletiyoruz. Kendi kendimize tekrarladığımız bu cümleler üzerinde odaklaşarak derinlemesine gevşemeyi gerçekleştirebiliriz.
Aşamalı gevşeme: Gevşeme durumunu ortaya çıkarabilmek için gerginlik durumunun iyice anlaşılması ve fark edilmesi gereklidir. Rahat bir pozisyonda oturarak ya da uzanarak başlayın. Gözlerinizi kapatın ve vücudunuzdaki çeşitli kas gruplarına odaklaşın. Ellerinizdeki kasları gerin ve yumruklarınızı sıkın. Yumruğunuzu sıkı tutmak için ne kadar çaba harcadığınıza dikkat edin. Sonra yumruğunuzu açın ve elinizin bütünüyle gevşemesine izin verin. Gerginlik ve gevşeme durumları arasındaki farkı görün. Bu yöntemi bedeninizdeki her bir kas grubu için izleyin.
Meditasyon: Bir sözcük ya da bir renk üzerinde odaklaşarak zihnimizi onu oyalayan çeşitli düşüncelerden sıyırıp sakinleştirmektir.
Biyo geri bildirim: Elektronik bir aygıtla beyin dalgalarını, kas hücrelerini ya da kan basıncını izlemektir. Amaç, bedensel tepkileri bazı sinyaller aracılıyla görmemiz ya da uymamızı sağlamaktır.
2) Hızlı gevşeme: Strese karşı koymak için, kısa gevşeme araları vermektir. Derin soluk alıp verme, kendimizin rahat bir yerde olduğunu zihinde canlandırma, kas alışkanlıklarını tanıma ve stresli durumlarda kendimizde olup biten fiziksel belirtilerin farkına varabilme.
Problem çözme teknikleri de stresle başa çıkmada yararlı olabilir. Aşamalar:
1) Problemi saptama: Problemin ne olduğunun açığa kavuşturulması stresin çoğunu hafifletir.
2) Seçenekleri gözden geçirme: Problemi saptadıktan sonra olabildiğince çok seçenek üretmektir.
3) Bir çözüm yolu seçme.
4) Eyleme geçme.
5) Sonuçları değerlendirme.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:53 am

Psikoloji'nin Kelime Anlamı
İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilimdir.
Bir grubu, bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü.
Davranışsal.
(edebiyat) Herhangi bir edebiyat ürününde, kişilerin kişiliklerini belirleyen duyuş, düşünüş, davranış biçimi
Bilim Olarak Psikoloji

İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ve kendi içinde de dengeli bir gelişme sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir, önceden kestirebilir, kontrol edebilir. Böylece, insana bu gelişim ve uyum sürecinde yardımcı olabilir.
Günümüzde psikolojinin bulgularından, çok değişik alanlarda yaralanılır. Eğitim, tıp, endüstri, ekonomi alanlarında psikolojik bilgilerin kullanımı, insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme, gelişme, yetenekler, ilgi, zeka, heyacan, bellek, düşünme, öğrenme konularında elde edilen psikolojik bilgilerin eğitim alanında kullanılması ile bu alanda başarı yükselmiş, daha sağlıklı, daha modern bir eğitim anlayışı gelişmiştir.



Psikolojide Ekoller ve Yaklaşımlar

1879’da Alman psikolog tarafından Leipzig’de kurulan psikoloji laboratuvarı ile psikoloji, deneysel bilim dalı olma ünvanını kazanmıştır. İlk psikoloji deneyleri burada yapılmıştır. Psişik olaylar fizik olayları gibi incelenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Avrupa`nın değişik yerlerinde ve Amerika`da da bir çok psikoloji laboratuvarı açılmıştır.

Psikoloji felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim haline geldikten sonra -kısmen de olsa- bazı filozofların düşünce biçimlerinin etkisinde kalmıştır. Sistem ve ekol halinde gelişen psikoloji akımları ortaya çıkmıştır. Ekoller genellikle tek yanlı görüşlerdir. İncelemek istedikleri konuyu temel ögeler açısından ele alırlar.

20. yy. psikolojisi zihinsel süreçleri açıklamak için iç gözlem yöntemini kullanan yapısalcılıkla başladı, daha sonra psikanalitik psikoloji gelişti. Yapısalcılığa karşı olan davranışçılık ve Gestalt psikolojisi gibi akımlar ortaya çıktı. Daha önceki okulların tek yanlı determinist (belirleyici) görüşlerine tepki olarak da hümanistik (insancıl) psikoloji doğdu. 2. Dünya Savaşı sırasında ise ekoller önemini kaybederek, görüşler yavaş yavaş birbirine yaklaştı. Teorisyenler ve araştırmacıların aynı miktarda katkıda bulunduğu çoğulcu anlayış, ekollerin tek yanlı anlayışı yerine geçti.

Psikolojinin günümüzdeki durumunu daha iyi anlamamız için ekol ve yaklaşımcıları kısaca gözden geçirelim: Tabi bu yaklaşımlar kollektif bir ilmi bakış açısınıda yansıtır.



Psikolojinin Diğer Bilimlerle İlişkisi

Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması, onun diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirlerine yakın olan bilim dallarının ilişkisi diğerlerinden daha yoğundur. Örneğin insanı konu olarak ele alan antropoloji, etnoloji, sosyoloji, psikoloji daha yakın ilişki içindedir.


Psikoloji- Antropoloji:

Antropoloji, insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini, ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar.


Psikoloji- Etnoloji:
Etnoloji, insan toplumlarının günümüzde yada tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İnsanın, kişiliği, algıları, kanıları üzerinde içinde yaşadığı kültürün etkisi oldukça çoktur. Bu nedenle Etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur.


Psikoloji- Sosyoloji:

Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını, toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dalıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukça farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin, sosyoloji yalnızca insan toplumlarını incelemesine karşın psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler.
PSİKOLOJİ
Psikoloji, insan davranışını, düşünce ve duygularını, bilimsel yöntemler kullanarak anlamaya, açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. Psikoloji insanı anlama bilimi olduğu kadar sanatıdır da. Bu nedenle Psikoloji eğitimi, güçlü kuramsal bilgi birikimi yanısıra, uygulamayı ve adına belki de çıraklık denebilecek bir eğitim ve olgunlaşma sürecini de içerir. Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün amacı, öğrencilerimizi, mükemmel kuramsal bilgiyle donatırken, daha lisans düzeyinde aktif bir biçimde, Psikoloji’nin uygulama alanlarında da deneyim kazanmalarını sağlamaktır. Bölümümüz, Psikoloji’nin alt dallarından sunduğu seçmeli dersler ile, her öğrencinin kendi ilgi ve kariyer hedeflerine uygun dersler almasına, olanak sağlamaktadır.

Öğrencilerimize, öğretim üyeleri ve öğrenci hizmet birimleri ile kuracakları bire-bir iletişim sayesinde, kendilerini bireysel ve profesyonel olarak geliştirmeleri için destekleyici bir ortam sağlanır.

Eğitimlerinin ilk iki yılında öğrenciler, Psikoloji’nin alt dallarını tanıyacakları, gelişim, öğrenme, bilişsel, sosyal, endüstriyel/örgüt ve klinik psikoloji gibi temel alan dersleri alırlar. Lisans öğreniminden sonra Psikoloji’nin uygulama alanında çalışmak isteyen öğrencilerimiz için, seçmeli ve uygulama (staj) derslerini belirleyerek, endüstriyel/örgüt psikolojisi ya da klinik psikoloji alanlarında yoğunlaşabilme imkanları bulunmaktadır. Psikoloji alanında yüksek lisans yapmak ve araştırmacı ya da akademisyen olmayı düşünen öğrencilerimiz ise 4. sınıfta, bir öğretim üyesi denetiminde kendi araştırma projelerini yürüterek, araştırma altyapısına sahip olabilirler.

Psikoloji Bölümü’nün amacı, mükemmele ulaşmayı hedefleyen öğrenciler ve mezunlar yetiştirmektir. Dünyadaki ve ülkemizdeki farklılıkların ve gerçeklerin farkında olan; toplum içinde ve toplum sorunlarına duyarlı; geniş ve esnek dünya görüşüne sahip; olaylara, analitik, eleştirel ve yaratıcı yaklaşabilen; bilimsel bilgiye evrensel düzeyde katkıda bulunacak psikologlar yetiştirmek hedefimizdir.
Misyonumuz, öğretimde, araştırmada ve uygulamada mükemmeli yakalamaktır. Bölümümüz, öğrencilerine,

* yenilikçi ders programları ile kuramsal bilginin uygulamaya geçmesini sağlayarak
* lisans düzeyinde araştırma olanakları sunarak
* mesleki staj ve gönüllü toplumsal çalışmalar yapma imkanı vererek

bu misyonu yerine getirmeye çalışmaktadır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:53 am

Çağdaş Psikolojide Uzmanlık Alanları

Çağdaş psikolojide uzmanlık alanlarını “Deneysel Alanlar” ve “Uygulamalı Alanlar” olarak sınıflandırabiliriz. Deneysel alanlar daha çok akademik araştırmalar içerir. Uygulamalı alanlar da akademik çalışmalarla elde edilen bilgiler pratik hayata uygulanır. Bu uygulamalardan çeşitli psikoloji alanları doğmuştur.

Deneysel Alanlar:

Deneysel alanlarda psikolojinin amacı daha çok teoriktir. Bilmek için araştırmak, bilimsel amaç esastır. Buna Akademik Psikoloji de denilmektedir. Bunlar:


**Genel Psikoloji: Psikoloji ile ilgili prensipler ve davranışın temellerini araştıran, psikolojinin temel kavramlarına anlam kazandıran psikoloji dalıdır.

**Genetik Psikoloji: İnsan veya türünü, başlangıç ve gelişimi açısından incelemeyi konu edinen psikoloji dalıdır.


**Deneysel Psikoloji: Laboratuvar deneylerinin yapıldığı, hipotezlerin gerçekleşmesi ile ilgili deneysel araştırmaların sürdürüldüğü ve davranışların açıklandığı psikoloji dalıdır.

**Sosyal Psikoloji: Bireyin toplumla ilişkilerini ve toplumun bireyi etkilemesi ile ilgili olaylar üzerinde araştırmalarını sürdüren psikolojidir.

**Çocukluk, Gençlik, Yetişkinlik Psikolojisi: Çocukluk psikolojisi, bebeklikten ergenlik dönemine kadar olan davranışlarda, gençlik psikolojisi 12-20 yaşları arasındaki davranışlarda, yetişkinlik psikolojisi 20 yaştan itibaren meydana gelen davranış değişmelerini ve gelişmelerini araştıran psikoloji alanıdır.


**Fizyolojik Psikoloji: İnsanın anatomik yapısı, sinir sistemi, salgı bezleri v.b fizyolojik olayların davranışlarla ilişkisini araştıran psikoloji dalıdır.


**Karşılaştırmalı Psikoloji: Farklı cinslerde görülen davranışların karşılaştırılmasını ve farklılıklarını inceleyen psikoloji dalıdır.
Ayrıca insan davranışlarını inceleyen “insan psikolojisi”, hayvan davranışlarını inceleyen “hayvan psikolojisi” başlıca uzmanlık alanları olarak sıralanabilir.

**Evrimsel psikoloji: Evrimsel psikoloji evrimsel biyoloji ve bilişsel psikolojinin birleşmesinden oluşmuştur. Zihinsel süreçlerin de doğal seleksiyon sonucu oluştuğunu ve her birinin adaptif bir önemi olduğunu savunur. Bu açıdan davranışlarımızın kökenleriyle ilgilenen bir psikoloji disiplinidir.

Psikolojide Araştırma Yöntemleri


Bilimlerin amacı, olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola, her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler, korelasyonel yöntemler, deneysel yöntemlerdir.

Betimleyici ve Tanımlayıcı Yöntemler:
Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır.

Tarama Yöntemi:
Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır.

Test:
İnsanların zekalarını, ilgilerini, yeteneklerini, tutumlarını, kişiliğini v.b. ölçmek amacıyla kullanılır.


Anket:
Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanarak yazılı cevaplar aracılığı ile gözlemde bulunma işidir.

Doğal Gözlem:
Olayların doğal durumda izlenmesidir.


Görüşme:
Görüşme, karşılıklı konuşmadır.Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir gurup insanla da olabilir.

Vaka:
Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların, önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların ona nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için psikolog incelediği kimsenin ailesi, arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşur. Elde ettiği bilgileri nesnel olarak kaydeder. Davranışların nedenlerini ortaya çıkarırkan bu bilgilerden yararlanır.


Korelasyonel Yöntemler:


Korelasyonel:
Birlikte değişme gösteren olaylar arasında çeşitli anlamlılık düzeylerinde belirlenen ve nedensellik bağları kurmanın başlangıç noktası olan ilişki.

Deneysel Yöntemler:
Doğal gözlem, varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer.


Doğal Gözlem:

Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimidir.


Varsayım:
Olaylar ve olgular arasında neden- sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü.


Gözlem:
Olayın başından sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesidir. Deneysel yöntemde, bu aşamada kastedilen, doğal olmayan gözlemdir.


Güdümlü Gözlem:
Olayların yeri, zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimidir. Nelerin, nasıl gözlenebileceği, nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir.

Deney:

Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem yada deneyleme sürecinin ürünüdür. Diğer bilimlerde olduğu gibi deney yöntemi, psikolojide de araştırmaların temelidir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:54 am

Psikolojik Tanıda Resmin Rolü

Resim, küçük yaşlarda çocuğun sözcüklerinden daha güçlü bir anlatım aracıdır. Bu nedenle çocuğun iç dünyası hakkında bilgi edinmek üzere resimden yararlanılır.
Çizgilerin Yorumu
Resmin bırakacağı ilk izlenim son derece önemlidir. Resmin kağıt üzerinde sunuluşunun önemi büyüktür. Örneğin, bir adam resminde ellerin kalçaya konması, ağza sigara konması, ayakların geniş olması, saldırganlık duygularının bir ifadesi olarak kabul edilir.


Özel Belirti ve İşaretler


1. BÜYÜKLÜK:
Çok büyük ve küçük resimler anlamlı olabilir.

Büyük Resimler: Sayfanın tümünü kaplayan büyük resimler çoğu kez iç kontrolü zayıf saldırgan çocuklar tarafından çizilmektedir. Hiperaktif çocuklar sayfanın tümünü kontrolsüz bir biçimde kullanırlar. Ender olarak çekingen, ürkek çocuklar zayıf benlik kavramlarıyla geniş figürlere yer vermekte ve daha güçlü olabilmeyi arzuladıklarını bu yolla dile getirirler.


Küçük Çizgiler: Birkaç santimetre büyüklüğündeki resimler korkak, çekingen, içe dönük çocukların ürünüdür. Küçük boyut, onların güvensizliklerinin simgesi olur. Bu çocuklar kendilerini güvensiz, yetersiz ve küçük görmektedirler. Ender olarak saldırgan çocuklar zayıf benlik imajı içinde küçük figürlere yer vermektedir.



2. ABARTILI ÇİZGİLER:
BAŞ: Resimdeki çok büyük ye da küçük kafa, zihinsel bakımdan kendisini yetersiz gören çocuklar tarafından çizilir. Büyük kafa resimleri genellikle yetenekli ve daha başarılı olmak için arzu duyan çocukların tercihidir.


AĞIZ: Ağzın önemi temel iletişim aracı olmasından kaynaklanır. Konuşma ve dil sorunu olan çocuklar bu eksiklikleriyle çok yakından ilgiliyseler, kalın çizgilerle büyük ağız resmi yaparlar. Çoğunlukla bağımlı çocukların resimlerinde ağız alanına saplandıkları dikkat çeker.


GÖZLER: Gözbebeği olmadan çizilen baş ve anlamsız gözler, görmeye bağlı öğrenme sorunu olan çocuklarca çizilir.

BURUN: Astımlı çocuklar çoğunlukla bu solunum güçlüğünden kaynaklanan sorunları nedeniyle burun çizgilerini vurgularlar.


KULAKLAR: Çok büyük kulaklar, işitme zorluğu olan çocuklar tarafından çizilebilir. Kuşkucu çocuklarda bunu abartabilir.


3. EKSİK BIRAKILAN ÇİZGİLER

Çocuklar yakından ilgilendikleri ye da endişe duydukları beden kısımlarını ihmal edip eksik bırakabilirler. Eksik bırakmayı (omission) vurgulamamakla eş anlamlı görebiliriz.

ELLER: Ellerin ihmali güvensizliği, çevreye uyumda zorluk çekmeyi simgeler

KOLLAR: Güvensizliği anlatır.


BACAKLAR: Çocuğun kendini desteksiz ve hareketsiz algılamasıdır.

AYAKLAR: Kendini güvensiz ve yardım muhtaç hissetmesi anlamındadır.

BURUN: Çocuğun güçsüzlüğünü temsil eder.

AĞIZ: İletişimde zorlanması anlamındadır.

DİŞLER: Aşırı saldırganlığın simgesi olabilir.

CİNSEL ORGANLAR: Aşırı çizilen cinsel organlar problemli ya da cinsel organıyla ilgili aşırı endişe sahibi ve dürtüleri zayıf çocuklardır.


İLKÖĞRETİMDEKİ ÇOCUKLARIN GELİŞİM AŞAMALARI
Şematik Dönem(7-9): Belirgin bir kavram gelişimi görülür. Kavram biçimleri kesinlik kazanmıştır. Çocuk geliştirdiği adam resmini sık sık yineler. Bu dönemde çocuk ev dışı konulara yer verdiğinde, figürleri yerleştirmek üzere bir yer çizgisi çizer.
Gerçeklik (çete çağı) Dönemi (9-12): Bu yaştaki çocuk artık toplumun bir üyesi olduğundan haberdardır. Daha ayrıntılı ve daha gerçekçi bir yaklaşımda görülür. Özgürce çizimden uzaklaşır. Gelişi güzel renkler yerine, gerçeğe uygun bir biçimde seçer.
Mantık Dönemi(12-14): Objeleri orantılarına göre çizmeye başlar. İnsan figürü büyük bir ayrıntıyla çizilir. Cinselliğin farkına varmasıyla bu resmede yansır.


Prof. Dr. Haluk Yavuzer
PSİKOLOJİ EKOLLERİ


Behaviorizm (Davranışçılık) : Birinci Dünya Savaşı sıralarında behaviorist denilen bir grup Amerikan psikoloğu, yapısalcılığa ve işlevselciliğe karşı çıkmışlardır. Bilincin iç gözlem yöntemi ile incelenmesine kuşku ile bakmışlardır. Bilinç hallerinin değil, ama davranışların, gözlenebilir durumların incelenmesi gereklidir. Psikolojinin bilim haline gelebilmesi için gözlenebilir, ölçülebilir fenomenlerin doğa bilimlerinde kullanılan objektif ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerekir. Gerek yapısalcıların, gerekse işlevselcilerin kullandıkları iç gözlem yönteminin kullanılması bilime aykırıdır. Davranışçıların önde gelen temsilcileri Watson, Pavlov ve Dashil'dir. Bunlar bilinç kavramını bir yana bırakıp davranışları incelemişlerdir. Davranışçılara uyaran (stimulus)-tepki (response) psikologları da denir. Davranışçılara göre objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçılar, gözlem ve deney yöntemini kullanırlar. Davranışçılar, organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve hayvanlarda birbirinin aynı olduğu kanısındadırlar. Bu nedenle hayvanlar üzerinde psikolojik araştırmalar yapmışlardır. Örneğin Pavlov koşullu öğrenme deneylerini köpekler üzerinde yapmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:54 am

Bilişsel Yaklaşım : Bilim ve biliş (cognition) olguları hep insanın ilgisini çekmiş, değişik yaklaşımların konusu olmuştur. Bilgi edinme ve bilinçli duruma gelme sürecinin öğrenme, davranış üzerindeki etkileri psikolojinin konusunu oluşturur. Çağdaş biliş anlayışında iki yaklaşım göze çarpar. Bunlardan biri Bilgi işlemi yaklaşımdır. Bunda düşünceyi ve usavurma (akıl yürütme) süreçlerini açıklamak amaçtır. Bu yaklaşım insan zihnini çeşitli programlara göre bilgi edinmek, bilgiyi işlemek, depolamak ve kullanmak üzere tasarlanmış gelişkin bir bilgisayar sistemi olarak ele alır. Diğer yaklaşım Jean Piaget'nin çalışmalarına dayanan yaklaşımdır. Gelişme psikolojisi alanındaki çalışmaları ile tanınan Piaget, çocuğun yetişkinliğe değin bir dizi zihinsel gelişim evrelerinden geçtiğini savunmuştur. Piaget, çocukta dört gelişim evresi saptamıştır. Piaget'nin gelişme ile ilgili görüşleri eğitim anlayışında değişiklikler getirmiştir. Belli kavramların özümlenebilmesi için zihinsel gelişmede belli aşamaların tamamlanmış olmasının gereği anlaşılmıştır. Öğretmenin görevi çocuğa yalnızca bilgi aktarmak değil, ona dünyayı keşfetmesinde rehberlik etmektir. ABD'li psikolog ve eğitimci Jerame S. Bruner, küçük çocuklarda algı, öğrenme, bellek gibi biliş biçimleri konularındaki çalışmaları ile eğitim anlayışında etkili olmuştur. Çalışmaları, ders programlarının yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bruner'e göre; bütün çocuklarda doğal bir merak ve değişik konulara ilgi vardır. Hangi gelişim amacında olursa olsun her çocuğa uygun biçimde verilmesi koşuluyla her konuyu öğretmek mümkündür.

Biyolojik Yaklaşım : Buna psikobiyolojik yaklaşım da denilebilir. ABD'li psikiyatr Adolf Meyer`in öncülüğünü yaptığı Psikiyatri Okulu`nun yaklaşımıdır. Meyer, insanı bütünselliği olan biyolojik bir birim olarak kabul eder. İnsan davranışını anlayabilmek için psikoloji ve sosyolojiden yararlanmak gerekir. Meyer'e göre zihinsel bozukluklar organik ve kalıtsal etkenlerin karmaşıklaştırdığı gerçekçi olmayan beklentiler ve yanlış alışkanlıkların sonucunda ortaya çıkar.

Fonksiyonalizm (İşlevselcilik) : William James, James B. Angell ve John Dewey gibi Amerikan filozoflarının ve eğitimcilerinin oluşturduğu ekoldür. Fonksiyonalistler, yapısalcıların görüşlerine karşı çıktılar; onlara göre bilincin ne olduğundan çok, ne için olduğunu bilmek önemlidir. Yani bilincin amacı ve işlevini bilmek asıl amaç olmalıdır. Bunlara göre insan davranışlarını anlamak için sadece bilinç olaylarını çözümlemek yoluyla incelemek yeterli değildir. Bilinç incelenmelidir ama bunun yanında insanın çevresine uyumunda yardımcı olacak, öğrenme gibi duyum davranışları da incelenmelidir. İşlevselcilik davranışı, çevreye uyum süreci olarak tanımlamıştır. Bu ekolün amacı algılama, düşünme, duygulanma gibi içsel eylemlerin, hayatta karşılaşılan çeşitli problemlerin çözümlenmesine nasıl yardım ettiğini açıklamaktır. İşlevselciler eyleme ve yararcılığa dönüktür. Fonksiyoncular, yöntem olarak içgözlem ve gözlemi kullanmışlardır. Davranışları özel olarak da öğrenmeyi açıklamaya çalışmışlardır.

Gestaltçı Yaklaşım : Max Wertheimer, Kurt Kofka, Kurt Lewin gibi Alman psikologlarından oluşan psikoloji ekolüdür. Algı ve bellek konusunda inceleme yapmışlardır. İç gözlem, gözlem ve deney yöntemlerinden yararlanmışlardır. Görüşleri özellikle eğitim alanında kullanılmıştır. Gestalt psikolojisinin temsilcileri davranışların bir bütün olduğunu, bunun parçalara ayrılamayacağını savunmuşlardır. Gestalt psikolojisine göre parçaların bir bütünlük içinde anlam kazanması önemlidir. Örneğin bir tablo, tuval, boya ve renklerin toplamından çok daha farklı bir şeydir. Tek tek anlamı olmayan parçalar bütünlük halinde anlam kazanır.

Hümanist (İnsancı) Yaklaşım : Çağdaş bir psikoloji akımıdır. Kurucuları Gestaltçılardan etkilenmiştir. Varoluşçu felsefe akımının görüşlerini benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın öncü ve temsilcileri Rogers, Maslow, Sartre, Charolette Bühler, Frankl, Binswagner'dir. Davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlara karşı görüşleri vardır. Özellikle insanı ele alışları açısından öteki ekollerden ayrılırlar. Bu yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin yada iş örgütüdür, aracı haline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan için bilim amaç değil, ancak araç olabilir. İnsanı tanırken dogmatik görüşlerden kaçınmak gerekir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için iç gözleme baş vurmak zorunludur. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yordanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır. Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarını kontrol etmektir. Oysa Hümanistik yaklaşımda olanlar, psikolojik kontrolün insanlığın zararına kullanılabileceği inancındadırlar. Örneğin, iyi insan yetiştirmek doğru amaç gibi gelebilir. Ancak bu konuda çok çeşitli görüşler ortaya atılabilir.

Psikodinamik Yaklaşım : 19. yüzyılın sonunda Sigmund Freud öncülüğü ile bir grup doktor, akıl ve ruh hastalıklarını psikolojik açıdan incelemeye çalışmışlardır. Zira bu hastalıklardan bir çoğunun fiziksel veya organik kaynakları bulunamıyordu. Hastalıkların kaynaklarının bulunmasında önce hipnoza başvurulmuştur; daha sonraları da psikanaliz yöntemi geliştirilmiştir. Freud, akıl hastalıklarının psikolojik nedenlerini incelerken "Bilinçaltı" nı keşfetmiştir. Freud ve arkadaşları psikoz ve nevrozların çoğunun, kişinin çocukluktan itibaren tatmin edilmemiş olan arzu ve ihtiyaçlarının baskı altına alınmasından, bilinç dışına itilmesinden meydana geldiğini öne sürmüşlerdir. Kliniklerde yaptıkları deneylerde bunu kanıtlamaya çalışmışlardır. Freud'a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı üç düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantıların farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. İkinci düzey bilinç öncesidir, burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir, ama istediği anda bilinç alanına çıkabilir. Üçüncü düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anıları, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarını şu ya da bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar. Freud'a göre anormal davranışlar, aslında insanların ruhsal çatışmalarından kurtulabilmek için başvurdukları çabalardır. Bu nedenle bu davranışlar asla anlaşılmayacak olan davranışlar değildir. Normal davranışlarla aralarında yalnızca bir derece fark vardır. Freud, ayrıca kişilik konusunda da yeni bir görüş getirmiştir. İnsanın id-ego-süper ego denilen üç yanını ve bunların etkileşimini incelemiştir. Özet olarak psikanalitik psikologlar (Freud, Adler ve Jung) akıl hastalıklarını ve bilinçaltını klinik yöntemlere ve gözleme başvurarak incelemişlerdir. Psikolojinin bulgularını hekimlik alanında kullanmışlardır.

Strukturalizm (Yapısalcılık) : 1879'da Wilhelm Wundt'un psikoloji laboratuarını kurması ile deneysel psikolojinin temelleri atılmıştır. Wundt, ilk çalışmalarında duyum ve imgeleri araştırdı. O ve izleyenler karmaşık zihinsel yaşantıların yapısını incelemeye çalışmıştır. Bu nedenle bu ekole yapısalcılık denir. Örnek aldıkları bilim dalı kimyadır. Kimyada, nasıl birleşik maddelerin yalın elementlerden oluştuğu çözümleme ile anlaşılıyorsa karmaşık bilinç olaylarının yapısal açıdan çözümlenmesi ile de psişik olayların daha iyi anlaşılıp açıklanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre psikolojinin amacı, bilincin karmaşık yapısını çözümlemek, zihnin en yalın öğelerini araştırmak ve bunlar arasındaki ilişkileri bulup yasalar halinde formüle etmektir. Artık duyumlar, algılar, anılar laboratuarda incelenmeye başlanmıştır. Yapısalcıların araştırmalarında kullandıkları yöntem iç gözlem ve deneydir. Temsilcileri Wundt ve Titcher'dir.



alıntı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:54 am

Psikanaliz Ekolleri

(Dinamik Psikoterapi)

1940’lardan sonra psikanalizin bir evrim sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Klasik psikanaliz, haftada 4-5 seanstan oluşan ve hastanın serbest çağrışımla çözümlenmeye çalışıldığı bir yaklaşım uyguluyordu. Buna karşılık yeni psikanalistler seans sıklıklarını azaltmışlar, serbest çağrışım tekniğinden farklı teknikler geliştirmişler ve serbest çağrışım olmadan da bilinçaltına ulaşılabileceğini savunmuşlardır. Freud sonrası gelişen ve DİNAMİK PSİKOTERAPİ adı altında toplanan olgular, birbirlerinden bir takım özelliklerle ayrılan bir ekoller bütününü oluşturur. Günümüzde psikologlar Freud temelli 280 kuramı hastalarına uyguluyorlar. Aynı zamanda dinamik ve dinamik olmayan 400’ü aşkın psikoterapi tekniği kullanılıyor. Bunların arasında; ortam terapisi, meşguliyet terapisi, sanat terapileri, çeşitli grup terapileri, aile danışmanları, evlilik danışmanları, çocuk terapileri, yeni doğan psikiyatrisi göze çarpmaktadır.
Bugün psikanaliz, doğuşundan bir asır geçtikten sonra hiç olmadığı kadar canlı. Üstelik temel kuramları zamanla zenginleşse de özde aynı kaldı.
Günümüzdeki psikanaliz ekollerini dört başlık altında toplayabiliriz. Dürtü-Savunma Ekolü, Obje İlişkileri Ekolü, Ben (ego) Psikolojisi, Benlik Psikolojisi.


Tüm psikanaliz ekollerinin temelinde yedi ana varsayım vardır. Bunlar:

A. Psikolojik determinizm: Tüm insan davranışlarının bir anlamı vardır. İnsan zihninin belli bir takım işleyişi, belli yasalar çerçevesinde diğer işleyişlere bağlıdır. Sonuçlara bakarak sebeplere ulaşmak olasıdır.

B. Bilinçdışı süreçlerin varlığı: İnsan zihninin belli bir katmanındaki bilgiler, izlenimler, ihtiyaçlar, bilinçli alan tarafından algılanamaz, kullanılamaz.

C. Motivasyonun amaç yönelimli ve dinamik niteliği: İnsan zihni dürtüler tarafından harekete geçirilir. Zihin amaca yönelik işler. Amaçsa, dürtüleri doyuma kavuşturmak, acıdan kaçınmaktır.

D. Epigenetik gelişim: Her gelişim, birbirini takip eden dönemlerden oluşur ve her dönemin bir kriz noktası vardır. Herhangi bir döneme ait kriz noktası aşılamazsa, bir sonraki döneme ait kriz noktasının aşılması engellenir.

E. İnsan zihninin zamanın belli bir noktasında sahip olduğu işlevler: İnsan zihninin üç öğesi vardır. İd, ego, süperego. İd, içgüdülerin, dürtülerin, doyurulmayı bekleyen gereksinimlerin haznesidir. Süperego, töresel, ahlaki içselleştirmelerin, yasaların, yasakların, değerlerin ve ideallerin katmanıdır. Ego, bu iki katman arasında yer alan ve savunmaları ile birbirine zıt iki kuvvet arasında denge kurmaya çalışan bir katman ve bünyedir.

F. Psişik aygıtın adaptif özelliği: İnsan sadece dürtüler, yasalar ve yasaklara göre yaşamaz, aynı zamanda gerçeklik yönelimli planlamalar, stratejiler, yargılar oluşturmak, ayakta kalmak için çevreye en adaptif yanıtları vermek durumundadır.

G. İnsan varlığının psikososyal yanı: İnsan içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve toplumu etkiler.

DÜRTÜ SAVUNMA EKOLÜ

Dürtü savunma ekolünde odak, dürtüler ve bunlara karşı koymaya çalışan savunmaların yarattığı çatışma üzerinedir. Arzular, istekler, gereksinmeler, ki daha çok vücut çıkışlı gerilim yükselmeleridir, doyurulmayı beklerken sosyal gerçekler, yasaklar ve cezalandırmalarla karşılaşırlar. Bu çatışma sonucunda, ortaya çıkan olgular, kaygı, suçluluk, utanç, ketlenme, semptom oluşumu ve patolojik kişilik özellikleridir.
Zihnin yapısı, altben, ben ve üstben üçlemesinden oluşur. Psişik aygıtın enerji kaynağı cinsellik ve saldırganlık ile ifade edilen ikili iç güdüdür. Gelişim, birbirini izleyen psikoseksüel devrelerden oluşur. Oral, Anal, Fallik, Oedipal ve Gizil devreler.
Analizde değişimi sağlayan etken, "aktarım"ın (transference) yorumlanmasının olanak sağladığı çatışma çözümüdür. Analistin en önemli rolü aktarımın yorumunu yapmaktır.

BENLİK (SELF) PSİKOLOJİSİ

Self ( kendi, kendilik, benlik) psikolojisi, insanın kendine verdiği değeri ve bütünlüğünü koruyabilmesinde dış ilişkilerinin önemini vurgular. Bu kuramsal yaklaşıma göre, tedaviye gelen kişi, kendini iyi hissedebilmek için diğer insanlardan gelecek olumlu tepkilere aşırı bir ihtiyaç duyar.
Self psikolojisi Heinz Kohut’un ciddi narsistik bozukluklar gösteren hastaların psikanalitik tedavisi sırasında edindiği izlenimler sonucu geliştirilmiştir. Bu insanlar tedavi ortamına klasik nevrotik hastalardan farklı belirtiler getirmekte ve tanımlamakta güçlük çektikleri bir çöküntüden ya da ilişkilerindeki doyumsuzluktan yakınmaktaydılar. Kendilerine verdikleri değer, çevrelerindeki insanların tepkilerinden kolayca etkilenebiliyordu. (Kohut'un Pataloji Kategorileri)
Kohut, bu hastaların iki tür transferans geliştirdiğini gözlemledi. Ayna transferansı ve idealize ederek transferans.
Ayna transferansında hasta sürekli terapistinin onayını ve beğenisini arar. Bu arayış, çocuğun ilgi çekme gösterilerine karşılık annesinin gözlerinde pırıltı aramasını andırır. Kohut’a göre anneden gelen onaylayıcı tepkiler normal bir gelişim için büyük önem taşır ve çocuğun kendisine önem verebilmesini sağlar. Anne onaylayıcı tepkiler vermediğinde, çocuk bütünlük duygusunu sürdürmede ve kendine olan saygısını korumada güçlük çeker. Bütünlüğünü koruyamayan çocuk umutsuzluk içinde kusursuz olmaya ve "performansı" ile ebeveynini etkilemeye çalışır. Tedaviye gelen bir yetişkin de ayna transferansı geliştirdiğinde, terapisti için performans göstererek ondan onay alabilme çabalarına girebilir.
İdealize ederek transferansta tedaviye gelen kişi, terapisti sınırsız gücüyle rahatlatan ve iyileştiren bir varlık olarak yaşar. Ayna tepkisini zaten alamayan çocuğun, anneyi idealize etme ihtiyacı da karşılanamamış olabilir. Böylesi bir geçmiş yaşantı, idealize etme ihtiyacının tedavi ortamında terapiste yöneltilmesine neden olur.

Bu iki transfer türü, çocukluğun ilk dönemlerindeki yetersiz ebeveyn sonucu oluşan dağılma eğilimine karşı geliştirilmiş çabalardır. Bu ekole göre temel anksiyete, “dağılma anksiyetesi”dir. İnsanın selfobje tepkilerinden yoksun kalması sonucu dağılacağı ve psikolojik ölümüyle yüzleşeceği korkusunu tanımlar. Self psikolojisine göre, uyuşturucu kullanımı, cinsel davranış sapmaları, yemek yeme nöbetleri gibi bir çok belirti davranışı, dağılma eğiliminde olan benliğin iç uyumunu ve bütünlüğünü koruma ve sürdürme amacıyla alınmış acil önlemlerin anlatımıdır.
Self Psikolojisinde tedavinin asıl amacı benlik bütünlüğünü koruyabilmeye yöneliktir.
Bugün benlik psikolojisi en kuvvetli Psikanalitik ekollerden biridir. Özellikle A.B.D.de çok sayıda klinisyen Benlik Psikolojisini yakından izlemektedir. Son yıllarda sayısı artan çok sayıda enstitüde Benlik Psikolojisine dayalı psikanalitik eğitim verilmektedir. Avrupa’da da Benlik Psikolojisi Enstitü ve topluluklarının hızla arttığı görülmektedir. Türkiye’de bir Benlik Psikolojisi topluluğu kurma çalışmaları 1998’de başlamıştır. Bu konuda gelişmeler ümit vericidir.

OBJE İLİŞKİLERİ KURAMI

Ego psikolojisine göre, içgüdüsel dürtüler birincil, obje ilişkileri ikincildir. Obje ilişkileri kuramı ise dürtülerin bir ilişki içinde belirlendiğini ve bu ikisinin birbirinden soyutlanamayacağı görüşünü savunur. Bu araştırıcıların tümü Oedipus Kompleksi öncesindeki gelişimle ilgilenir ve çalışmalarını içleştirilmiş obje ilişkilerine odaklaştırırlar.
Bu kurama göre, insanlar arası ilişkiler, ilişkilerin içleştirilmiş imgelerine dönüştürülerek yaşanır. Çocuklar gelişimleri sırasında, ilişki içinde oldukları kişileri içleştirmekten öte “ilişkilerin kendisini” iç dünyalarına mal ederek yaşarlar. Emzirme süreci bebek için sıcak ve olumlu bir yaşantıdır. Böyle bir süreçte bebek, kendisini, annesini ve emzirilme olayının yarattığı duyguları olumlu bir yaşantı olarak algılar. Acıktığında anneyi yanında bulamaması ise olumsuz bir yaşantıya neden olur. Engellenmiş olan kendisini ve ilgisiz annesini olumsuz bir biçimde algılarken korku ve kızgınlık da yaşar. Bu karşıt yaşantıları giderek, kendi imgesini (ben), objenin imgesini (anne) ve bu ikisi arasında oluşan duyguları içeren ilişkilerin karşıt yönleri olarak içselleştirir.
Olumlu nitelikler taşıyan obje imgesi, bebeğin, acıktığı zaman annesine duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanır ve doyum arayışı içinde olan bebeğin, annenin sanrısal bir imgesini yaratmasıyla başlar. Annenin olumlu ve sevecen yönlerinin içleştirilmiş imgelere dönüşmesi, bebeğin anneyi kaybetme korkularından kaynaklanır.
Annenin olumsuz yönlerinin içleştirilmesi biraz daha karışıktır. Bir objeyle kurulan bağ, hiç obje olmamasına yeğlenir ve bebek annenin olumsuz-kötü yönlerini de içleştirerek bunun üzerinde denetim sağlamaya çalışır. Öte yandan içleştirilen bir obje imgesi, dıştaki objenin gerçek niteliğini yansıtmıyor olabilir. Klinik çalışmalarda da gözlemlendiği gibi, olumsuz bir objeyle kurulan yoğun bağ, bu objeyle daha iyi bir bağ kurabilme isteğini de içerir. Bu değerlendirme, neden bazı insanların özellikle kendilerine karşı reddedici bir tutum gösteren kişilere yönelme eğiliminde olduklarını da açıklar.
Obje ilişkileri ekolü insanı çocukluktan taşınmış içsel bir dramanın terimleri ile okumaya çalışır. Kişi, çocukluğunda oynamak zorunda kaldığı, içselleştirdiği ve özdeşleştiği bu dramayı, yaşamının ileriki dönemlerinde de yansıtmaktadır. Bunun sonucunda ya kendi piyesine oyuncular aramakta, ya da tam kendi piyesine uygun rollere sahip kumpanyalara katılmaktadır.

BEN (EGO) PSİKOLOJİSİ KURAMI

Ego psikolojisinin çağdaş temsilcileri, Freud’un normal ve sağlıklı davranışları doğrudan ve yeterince incelememiş olduğu kanısındadırlar. Bu araştırıcılar, olağan insan davranışlarının tümünü, kızgınlık, cinsel istek gibi içgüdüsel dürtüler ve bunların denetimindeki güçlüklerden kaynaklanan korkularla açıklamanın yanıltıcı bir yaklaşım olduğu görüşündedirler. Onlara göre davranışlar, iç güdüsel dürtülerden başka nedenleri (örneğin, bazı öğrenme süreçleri) de içerirler. Dolayısıyla insan, içinde bulunduğu durumları, elinde olmayan nedenlerle değil, kendi seçimleri sonucu yaşar. Bu seçimler yalnızca iç güdülerin zorlamasıyla değil, görme, işitme gibi davranış araçlarının iç güdülerden bağımsız olarak çevreyle ilişkide bulunması sonucu gelişir.
Bu ekol, adaptasyon kapasiteleri ve savunmalara özel önem verir. Kişiliğin gelişimi ile beraber, adaptasyon kabiliyetinin, gerçeklik sınamasının ve savunmaların geliştiği ve genişlediği iddia edilir.
Ego psikolojisinin temsilcileri bu görüşlerden hareket ederek, çalışmalarını insanın kendine yön verebildiği ve çevresiyle baş edebildiği etkin davranışları anlayabilme amacına yönelmişlerdir.

Ben psikologlarının patoloji üzerine düşüncelerinde "ben zayıflığı"nın büyük yeri vardır. Ben zayıflığı kendisini, hazzı erteleyememe, dürtüyü kontrol edememe, kaygıyı tolere edememe ve hayal kırıklıkları ile başa çıkamama ile gösterir. Bu zayıflığa sebep ise, altbenin dürtüleri ile çevresel baskılar arasındaki uzlaşmaz çatışmaların yarattığı gerilim ve doğuştan varolan yapısal eksiklik ve kusurlardır. Analizdeki değiştirici etken, ilkel savunmaların çözümlenmesi ve gelişmiş (gerçeklik yönelimli) savunmaların oluşumu sağlamaktır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:55 am

DİN PSİKOLOJİSİ

DİN PSİKOLOJİSİNİN TANIMI

Modern psikolojiye paralel olarak gelişen ve onun bir dalı olarak nitelendirilen din psikolojisi herşeyden önce, insana özgü olan dinsel yaşamın psikolojik açıdan çeşitli yönlerini inceler. Diğer bir deyişle, din psikolojisi, dinin insan ruhundaki temel karakteristiklerini, davranışlara yansıyan etki durumlarını söz konusu eder.
Ruh-beden ilişkisi ile çevre-kültür etkilerinin bütünlüğü içinde ele alınan dinsel inancın birey ruhunda pek çok çeşitlenmeler (tenevvü, varieties) göstermesi doğaldır. Din psikolojisinin fenomenleri ön yargılardan, değer ölçüsüne varan sonuçlandırmalardan uzak olarak, bilimsel yöntemlerle araştırılıp sınıflandırılır. Din psikolojisi, mistik yaşantıların türlü yönlerini gözden geçirirken bunlardan psikolojik değerlere ve aralarındaki birliğe dikkati çekmeğe çalışacaktır, fakat hiçbir biçimde, bu haller üzerine öğütlerde bulunan, dinin emir ve yasakları üzerinde geçerlik ve geçerlilik tartışması yapan, kısaca, değer problemleriyle ilgilenen bir bilim olmayacaktır. Hiçbir dinin savunmasını yapmayacağı gibi hiçbir dini de küçümsemiyecektir.
Bugünkü din psikolojisi, Antik Yunan'dan bu yana birçok filozof ve teoloğun insan ve din açısından öne sürdükleri teoriler, düşünceler değildir. Dinsel duygu ve aksiyonla ilgili psişik olgunun, kendi yapısı içinde, bağımsız olarak incelenmesidir. Diğer bir deyişle dinsey yaşayışın çeşitli belirtilerinin, çağdaş psikoloji verilerine göre incelenmesidir.
Din psikolojisi, mantık, ahlak, hukuk ve estetik gibi kendi alanlarına birtakım ilkeler getiren, kural (norm) koyan normatif bir bilim dalı da değildir. Kesinlikle değer yargılarıyla uğraşmaz, sadece olayları olduğu gibi tüm ayrıntılarıyla tanıtmak ve betimlemek (tasvir etmek) ister. Bunun sonucu olarak, insan ruhunun derinliklerine, dinsel bilince nüfuz etmek ister. Böylece, onun değişme ve gelişmelerini gözlemek ve bunları sınıflara ayırarak genel sonuçlara varmakla, bilim düzeyinde geçerli bilgilere erişmiş olur.
Din Psikolojisinin Genel Psikoloji İçindeki Yeri ve
Diğer Bilimlerle İlişkisi
İlk ve Ortaçağda ruh üzerine yürütülen metafizik görüşlerden uzaklaşarak, XIX ncu yüzyılın ortalarına doğru kurulan psikoloji, metot ve amacı bakımından bilimsel bir düzeye çıkar.
Genel psikoloji, ruha özgü olan herbir belirtiyi inceleme çerçevesine alır. Böylece, bilimsel psikolojinin konuları genişleyip gelişirken, insanla doğrudan doğruya ilgili olan sınır alanlarında, yeni bilgi dalları, diğer bir deyimle, yan disiplinler ortaya çıkar. Bunlardan biri de din psikolojisidir.

İslam'a Göre İnsan Olarak Sosyal Zaaflarımız

İnsan, dünyanın şartlarına göre yaşayabilecek bir şekilde yaratılmıştır. En güzel bir yaratılışa sahip olan insan, doğru tercihlerine göre “en şerefli” bir varlık olabileceği gibi, yanlış tercihlerinin sonucu da “hayvandan aşağı” bir duruma düşebilme potansiyeline sahiptir. Genel bir anlamda ifade edecek olursak, insanın dünya hayatı bu iki nokta arasında şekillenmektedir. İnsan, kendisini keşfedip değerini kavradığında şerefli bir hayatın adayı olur. Böyle adaylardan meydana gelen bir dünya hayatı, anlamını bulan ve bu anlama göre şekillenen bir dünya hayatı olacaktır. Aksi olduğunda ise, insan olma ve insanca yaşama özelliklerinden soyutlanmış varlıklar ordusunun, zulmüne sahne olan bir dünya hayatı olacaktır.
İnsan, kendisini ne kadar tanıyor? Onu “şerefli” veya “hayvandan aşağı” bir dereceye düşürebilecek özelliklerini ne kadar biliyor?
Eskilerin deyimiyle “kişi kendini bilmek kadar arif olmaz” veya Yunus’un ifadesiyle “ilim kendin bilmektir” v.s gibi sözlerle, insanın kendisini mutlaka tanıması gerektiği düşüncesine vurgu yapılmaktadır. Çünkü, kişinin kendisini tanıması, onu Allah’ı tanımaya yönlendirecektir. “Kendini bilen, Allah’ı bilir.” sözü bize bu gerçeği ifade etmektedir.
Mükemmel bir yaratılışa sahip olan insanın hiç zaafları yok mudur? Elbette vardır. Çünkü insan, iyiye de kötüye de meyilli olan bir varlıktır. Dolayısıyla iyi de kötü de, insan içindir. İşte burada karşımıza “sınav bilinci” çıkmaktadır. Bu iyi ve kötü, insanın sahip olduğu iradesiyle, aklıyla tercih edebileceği bir durumdur. İradesi ve aklıyla yapacağı bu tercihler, sonuç itibariyle insanın değerini ortaya çıkaracaktır.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetlerde insanın yaratılışında varolan zaaflarından, özelliklerinden bahsedilir. Gerek tarih içinde gerekse günümüzde psikologlar, filozoflar, sosyologlar da insanın bu özelliklerini çeşitli deney ve gözlemlerle ortaya koymuşlardır. Her ne kadar kişilerin sahip oldukları zaaflar, öncelikle kendilerini ilgilendiriyor olsa da, zamanla bunlar tüm insanları etkileyebilecek sosyal zaaflara dönüşebilme özelliğine sahiptir. Bu düşünceyle günümüz toplumlarını ilgilendiren, günlük yaşantımızda sıkça karşılaştığımız ve toplum hayatımıza olumsuz katkıları olan sosyal zaaflarımızdan, birkaçını sizlerle paylaşmanın uygun olacağını düşünüyorum.
İnsan tek başına yaşayan bir varlık değildir. O daima bir topluluk içinde yaşayan ve zorunlu sosyal birlikteliğe sahip olan bir varlıktır. Diğer kişilerle ilişkide bulunur. İnsan yaşadığı topluma bağlanmakta, onun bütün kural ve değerleri kendisini etkilemektedir. Dinini, dilini, giyimini, estetik anlayışını, ahlâk kurallarını, zevklerini büyük oranda içinde yaşadığı toplumun, kural ve değerleri tayin etmektedir. Adeta İnsan, içinde yaşadığı toplumun damgasını taşır
Bilimsel Yöntem

Bilada'nın 'felsefe ne işe yarar' başlıklı mesajına cevap vermeye çalışacağım. Bilada aslında soru sormuyor; benim de bir şey yazmaya niyetim yoktu. Ne var ki ODTÜ mezunlar gününde bölümü ziyaret eden arkadaşların dolduruşuna gelmiş bulunuyorum. Artık kusura bakmayın.

Bilim metodolojisi bilim felsefesi içinde yer alsa da, yaygın inanış odur ki, ise felsefeyi karıştırmadan, gerçeği keşfetme yolunda "objektif" bir yöntem tanımlayabilir, buna da bilimsel yöntem diyebiliriz. Özellikle deneysel bilimle uğraşanların görüşü böyle.

Bilimsel yöntemin, pek kabaca, söyle bir yol izlediğini kabul edebiliriz: Elimizde bir bilgi birikimi var; kuramlardan, çok sayıda teorem ve önermelerden oluşuyor. Bunlar daha önce türlü sınamalara tabi tutulmuş ve bugüne kadar her sınamayı geçmişler; yani henüz reddedilmemişler. Bu bilgilere dayanarak ve gözlemlerden de yararlanarak henüz sınamaya tabi tutulmamış yeni bir önerme, yani bir hipotez vazediyoruz. Bu hipotezin bilimsel değer taşıması sınanabilmesine (falsifiability) bağlı. Sınama bir defalık bir şey değil; defalarca tekrarlayabilmek lazım (replication); hipotezin ardındaki önermenin değişik koşullar altında geçerliğini koruyup korumadığına bakmak lazım. Hipotez sınamadan geçemezse reddediliyor; geçerse kabul edilmiş olmasa da reddedilmiyor. (Yani bilimde ispat mümkün değil ve böyle bakıldığında teoremler kıdemli hipotez olmaktan öteye gitmiyor. Ama bu bir sakınca da değil; bilimin gücü bu müşkülatı kabul etmesinden kaynaklanıyor bir bakıma..) Görüldüğü üzere buradaki anahtar merhale sınama merhalesi ve bunun tamamıyla ampirik olması gerek; yanı mümkünse deney yoluyla, değilse en azından gözlem yoluyla yapılacak.

Bu prosedürün bilimsel olması, önce sınamanın ne ölçüde geçerli (valid) ve güvenilir (reliable) olduğuna bağlı. Sınama ölçüm gerektirecek; acaba gerçekten ölçmek istediğimiz değişkeni mi ölçüyoruz sorusu geçerlilik sorusudur. Yaptığımız ölçüm doğru mu sorusu ise bir güvenilirlik sorusu. Bundan daha da önemli şartlar var: Hipotezimiz tanım veya tasniften öteye giden, yani bir nedensellik arayan güçlü bir hipotez olsun. Örneğin, hipotezimizle y=f(x1); yanı y'nin, x1'e bağlı olarak değiştiğini ileri sürüyor olalım. Bunu sınayabilmek için x1'i değiştirecek ve y'nin de beklendiği tarzda değişip değişmediğini gözleyeceğiz. Burada doğru zaman sıralamasını garanti etmemiz gerekiyor: yanı önce x1 değişecek, sonra y. Bu her zaman mümkün olmayabilir. Ayrıca öte yandan unutmayalım ki y'de gözlenen değişim, x1 haricinde bazı amillerden de ileri gelmiş olabilir. Yani gerçek belki de aslında y=f(x1, x2, x3,....) şeklindedir. O halde sınamanın sağlıklı olabilmesi için x1 ile oynarken x2, x3,... gibi değişkenleri sabit tutmamız (ceteris paribus) gerekecek. Bu, laboratuvar koşullarında bir ölçüde mümkün olabilir; ama genelde olmaz. Olmayınca bu kez x2, x3,... gibi değişkenlerin etkisine aynı şekilde tabi olan iki örneğe farklı x1 değerleri uygulayarak sonuçları gözlemek gerekecek. Burada iki örnek grubunun aynı popülasyondan gelmesi gerekir. Bu anlattığım işleme kontrollü deney diyoruz ki bilimsel sorgulamanın elindeki en güçlü silah budur. Bu nedenle - Bilada'nın uğraştığı - deneysel bilimlerde ilerleme göz kamaştırıcı olmuş; layıkıyla deney yapılamayan "bilim"lerde, örneğin iktisat veya sosyolojide öyle olmamıştır.

Bunlar böyle. Yani sorgulamanın bilimselliği yukarıdaki yöntemin ne ölçüde gerçekleştirilebildiğine bağlı. Yani deney ve kontrol ancak değişen ölçülerde mümkün olacağına göre bilimsel olan ve olmayan sorgulamayı keskin bir çizgiyle ayırmak pek kolay değil. Ama problem bununla kalmıyor: Diyelim ki kontrollü deney bütünüyle mümkündür. O halde bilimsel yöntem bize gerçeği açıklayabilir. Bunun için yerine getirilmesi gereken tek koşul, sorgulamanın kişisel faktörlerden ve değer yargılarından tamamıyla bağımsız olarak cereyan etmesini sağlamaktır. Buna kısaca objektivite diyebiliriz; yani bilimsel sorgulamanın sübjektif değil, objektif, tarafsız bir süreç olması söz konusu. Bu objektivite iddiasına pozitivizm diyebiliriz. Bugün dahi Bilada gibi deneysel bilimle uğraşan araştırmacıların ezici çoğunluğu objektiviteye ve pozitivizme inanırlar. İşin ilginç yanı deneysellikten derece derece uzaklaşmak durumunda olanlar dahi, telaffuz etseler de etmeseler de, pozitivist yaklaşımdan ayrı düşmek istemezler.

Pozitivizm ve objektivite iddiası Russel ve Wittgenstein'ın etkisiyle Viyana grubu diye anılan bilim felsefecileri zamanında, yani yirminci yüzyıl ilk yarısında en yüksek itibar noktasına ulaştı. Bu felsefeciler aynı zamanda bilimle uğraşan araştırmacılardan oluşuyordu. Ama çok geçmeden bu iddiaların geçersiz olduğunu ileri sürenler çıktı ortaya; Popper bunlardan. Daha sonra daha da ciddi eleştiriler geldi. (Geçen mesajlarda sözünü ettiğimiz sorunlar; "theory of experience" , "theory of truth", analitik ve sentetik önermeler gibi konular bu tartışmanın unsurları). Detaya giremem, ama öyle ki bugün pozitivizmin ciddiye alınır bir savunmasını yapmak pek mümkün değil. Kaldı ki birçok bilim felsefecisi araştırma yapan bilim adamlarının hiç de sanıldığı gibi "bilimsel yöntem"e göre çalışmadıklarını kuvvetli argümanlarla ileri sürdüler. Yani öğrendik ki bilimsel yöntem aslında gerçeği yansıtmayan bir idealden ibaret; objektivite ise bir masaldan ileri gitmiyormuş..

Bilada'nin söz ettiği ve felsefecilere sert veya öfkeli sorular yönelten araştırmacıların öfkesini anlamak zor değil: pozitivizmi inkar etseler ne yapacaklar? Zaten felsefecilerin muhakemelerini anlayıp bir yere varmak da mümkün değil. Çenelerini kapasalar da işimize baksak..

Gerçekten bilimde objektivite mümkün değil midir? Bence bu konuda kategorik hükümlerden kaçınmak doğru olur. Evet objektiviteyi sağlamak çok zor. Örneğin hangi deneyi yapacağınıza karar verirken, şu değil de o değişkeni gözlemleme kararı alırken, araştırma programını yaparken sübjektif yargılardan kaçınamayız. (Popper bunları pek güzel anlatıp Viyana grubundakileri çileden çıkarmayı iyi beceriyordu). Ama objektivite arayışından vaz da geçemeyiz. Üstelik örneğin bir biyoloji laboratuarı sınırları içinde objektiviteyi önemli ölçüde sağlayabiliriz de.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:55 am

Aşk psikolojisi

Gerçek aşkın ve sevginin derinliğini kavramak herşeyden önce kendimizi bilmekden tanımakdan geçer.

''Aşk hayatın tekdüzeliğine, bütün sıradanlığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette aşkı suçlamak, yargılamak, karalamak inkar etmek de asla yakışık almaz'' aşık olmak insanın bilincini iradesini ve yargılama yetisini askıya alır kişinin.

Gerçek aşkın ve sevginin derinliğini kavramak herşeyden önce kendimizi bilmekden tanımakdan geçer. Sorularla varmamız lazım bu tanıma sürecine. İnsan nedir? sorusuna yada, Yaşamın amacı nedir? gibi sorulara ne kadar yanıt bulabiliriz? Yoksa canlı kalmak için mi yaşıyoruz?

Gerçek aşkı ve sevgiyi bilmek anlatmak, kendimizi tanımakla eş değerdir. Kendimizi tanımak ise bir iki belirgin huyumuzu saymakla hiç alakası olmayan yada belirgin baskın öne çıkmış (Sosyal, Melankolik, Dışa dönük) özelliklerimizden ibaret değildir. Derinlemesine algılama ve bakışla tanımlanabilecek bir durumdur. Kendini tanımak ve bilmek aşkın karşılığını bilmekdir. İşde ozaman bir diğer parçamızı buluruz. Buda demekdir ki, herhangi bir sevdiğimiz insan, yada hoşlandığımız insan bir parçamızıdır diyemezyiz.

Neden? dersek eğer, çünkü karakteristik özelliğimizde yada beğenilerimiz veya kişiliğimizde baskın olan öne çıkan kriterlerimiz, arzularımız aklımızda karşıdaki kişiyi algılama da ilk izlenimi oluşturur ve bunun etkisi altına alır bizi. Hislerden dolayı karşı cinse bir yönelmenin içine gireriz, örneğin: Çok güzel alımlı bir bayan yada yakışıklı bir bay genellikle her iki cins tarafından etkilenebilecek bir görüntüdür, bizim için estetik anlamda güzel sempatik olan ve kalbimizde güzel bir yere koyduğumuz kişi özelde aslında bir çok yönünü bilmediğimiz biridir, yani Aysberg gibi buzdağının görünen küçük bir yüzüdür. Yada görünmeyen asıl olan gerçek en büyük yüzü nerdedir? Denizin altındadır. Yada bunu tersi olarakda düşünebiliriz. Size kendisini beğendirmek isteyen birisi, genel anlamda kabul gören beğenilen albenilerini ve artılarını kullanarak yaklaşım içerisine girer. Bu başlangıç noktasında diğer görünmeyen yönler artık perdelenmiş ve bizde ilk izlenimin etkisi altında kalmışızdır artık. Çünkü size verilmek istenen bir mesaj ve amaç doğrultusunda alınmak istenen bir mesaj vardır.

Kendinisini Aşka ve Sevgiye vermiş gerçek olanı arayan kişiler, tanıma, anlama, kavrama süresini daha sağlıklı acele etmeden yaşamaya çalışırlar. Bunun faydası; örtüşüp örtüşmediğini anlamak,her anlamda karşılıklı uyumla aşkın mükemmelliğini ortaya koymakla beraber sevginin ve aşkın gerçek ruhunu ortaya çıkarmakdır amaç. İnsan oğlu sahip olmadığı özellikleri aradığını bunlara sahip olsa arayacak hiç bir şeyi kalmayacağını ve kendinde olmayanı özelliklede olmadığı için sever, yani karşınızdaki kişinin sizdeki özellikleri kendisinde olmadığı için seversiniz. İnsanoğlu kendisini tam hissetmesi için önemli gördüğü özelliklerin peşinde koşar, çünkü kendini donatmak ve zenginleştirmek ister. Düz sıradan alışıla gelmiş hayatı klasik yaşayan ideali olmayan, birisi onun gerçek ruhunu çıkaramayacağından alternatifi olmadığı sürece yaklaşmaz ona. Eğer bu aradıklarını bulamıyorsa da kendini ve ''İdeallerini Küçültür'', farkında olarak yada olmayarak yalnız kalmamak için bunu yapmak zorundadır.

Çünkü sevmek ve sevilmek temel bir ihtiyaçdır. Sağlıklı tanıma süreciyle gerçekleşen sevgiler herzaman daha uzun ömürlü ve gerçekde uzun sürenlerdir. Tanrı evreni yaratırken insan ruhlarının kendi kendilerine hayran olarak dünyada yaşamak üzere topluluklara bölündüğü anlatılır. Her ruh sanki yarısını kaybetmiş gibi birşeyler kaybettiğini, yani bir zamanlar kendi parçası olanı ve artık bulamadığını bulma ihtiyacındandır. ''Aşk kaybedilmiş birliğin aranması, zıtlık ve benzerliğin uyumundan başka birşey değildir''. İki türlü aşkın olduğu bilinir. Platonik AŞK ve Tinsel AŞK. Ruhu bir zamnlar aradığını bulmaya iten birincisidir, ikincisi ise zevkden cinsel tatminden iç güdülerinden, amaca ulaşmak için her yolu mübah kılan kazanmak, elde etmek için maske yüzlü bir açlıkdan başka bir şey değildir. Platon'un da dediği gibi aşk bilgelikdir. Aşk enerjidir, Aşk benzerlikdir. Aşkın cansızlarda bile yaşam olduğunu söylemişdir.

Yine Platon'a göre aşk güzel, adil, iyi ve gerçeğe eşitdir. Başka türlüsünü yapamadığından peşinde koşar. Başka birisinde bizden eksilen ruhu yani bizim için iyi, güzel, gerçek, adil olan herşeyi hayata geçiren birisini bulmak içindir bu Arayış ve Aranmak Sürecidir aynı zamanda.

Kaç kişi yada kaç çift ne kadar hayatının insanı gerçekde bulabiliyor? kim bilir, çok çabuk yaşıyor ve hızlı tüketiyoruz, ilişikiler saman alevi bendenlere sıçrıyor ve sonra iyice Tanımadan, Tanınmadan anlık yada belli bir dönemin heyecanı yada boşluğuyla Evlilikler oluyor. Oysa gerçekler ise hep peşimizdedir. Elbet bir gün çıkacağını göz önüne alındığında başlıyor Gerçek Yüzler, dökülmeye başlıyor ilişkiler ve kavgalar ayrılıklarla son buluyor. Cesareti olanlar ayrılıyor, olmayanlarda Aile, Sosoyal Çevre yada Çocukları için ''Zindanına Zindan ekliyor''. Bu gün artık Türkiye'de ve Dünyamızda sayısızca boşanmalar yaşanıyor. Nedeni ''Doğru Olduğu Sanılan Yanlış Başlangıçlar''. Anlık heyecanlar kişilerin karşılarındakini kaybedeceği korkusuyla, gerçeklerini saklamaları kendilerini beğendirme ve elde etme arzuları. Çünkü kendi beğendiklerini kendileri gibi yapmak ve kendilerine dönüştürmek istemeleri. Bir nevi Egolarını tatmin etme arzusu.

Günümüzda artık insanlar Aşk'larında elele tutuşmanın heyecanından bile uzaklaşmışlarken, Hayatın Sihrini ve anlamınıda yaşadıkları hayat sanıyorlar ve bunada kendilerini inandırıyorlar. Bu gün böyle olmasının en etkili sebeblerinden biride ''Cinsel Devrimdir''. Çünkü insanların içini boşaltmışdır ve sonuçları bir facia olmuşdur. ''Bugün seni seviyorum ama yarın kim bilir kimi'', ''Benim İçin Herşeyden Önemlisin'' yada belli bir zaman sonra ''Hiç Bir Değerin Yok sen koşullarımın gereğisin üzgünüm sevdim sanmışdım''. Oysaki Aşk'ın BUGÜN, YARIN ve YAŞAM BOYUNCA sürecek bir Aşk olması gerekmez mi? Yani insanın bir diğer yarısıyla yaşlanmasının hiç bir önemi yokdur, çünkü bedenler ölür ama Aşk Asla Ölmez. Öyleki Alevi Bektaşi inancında kutsal sayılan Turnalar bile Mutluluğun Sevginin, Vefanın, Onurun, Özgürlüğün, Bilgeliğin, simgesidir. Japonyadan bir çok ülkeye kadar Halk Kültüründe en kutsal sayılan Güvercin ve Turna gösterilir. Turnaların bu simgesel özelliğinin dışında Turnalar tek eşlidir ve yüzyıla kadar yaşadıkları anlatılan Turnalar, eğer eşleri ölürse bir daha asla eşlezmezler. Bu sevgide sonsuzlukdur, eğer bir avcı Turnalardan birini vurursa geride kalan eşlerden diğeri olan Turna yaşamaya devam edemez ve Ölümü seçer ve kendini suya bırakır.

Buraya kadar yazdıklarımızda şu çıkıyorki AŞK aynı zamanda kendini ve derinliğini tanımakdır.


PSİKOLOJİ'DE UYKU BOZUKLUKLARI



A- SAĞLIKLI UYKU VE UYKU HİJYENİ:

Sağlıklı uyku tanımı saat üzerinden yapılamaz. Bazı kişiler için 5-6 saatlik uyku yeterli olurken (genellikle aktif, dışa dönük yapısı olanlardır), bazı kişiler ise normalde 10-12 saat uyku uyurlar (sanatçı kişiliğe sahip, içe dönük, duygusal yapıda olanlar için sıktır). Sağlıklı uyku "etkin" olan uykudur. Etkin uyuyan kişi uyandığında kendini dinlenmiş, zinde, formda ve yeni bir günü yaşamaya hazır hisseder. Uyku alışkanlığı yaşa bağlı değişiklikler de gösterir.
Uyku hijyeni kişinin dikkat etmesi "etkin uyku"yu uyuyabilmesi için dikkat etmesi gereken koşullardır. Etkin uyku için;
Her gün düzenli saatte kalkın.
Sizin için 'normal' olan süreden daha fazla uyumayın.
Kahve, çay, kola uykuya dalışı zorlaştırdığından, alkol ise uykuya dalışı kolaylaştırmasına karşın kalitesini bozup sabah yorgunluğuna neden olduğundan kullanmayın.
Gündüz uykularından (5-10 dk. bile) sakının.
Sabahları fiziksel egzersiz yapın.
Yatma öncesi TV seyretmek yerine rahatlatıcı şeyler okuyun ya da müzik dinleyin; aşırı uyarılmalardan kaçının.
Yatmadan bir süre önce 15-20 dakikalık banyo yapın.
Yatma zamanına yakın yemek yemeyin.
Ortamın ısısı, gürültü olup olmaması, yatak değişikliği gibi alışkanlıklarınıza özen gösterin.
EEG kullanılarak uykunun 2 ana evresi olduğu belirlenmiştir: 1. Non-REM uyku evresi (kendi içinde 4 aşamalıdır). 2. REM uykusu: Hızlı göz hareketleri ve rüya görmeyle belirlidir.
Yaşlanmayla uyku örüntüsü değişir. Yatak süresi artar, gece uyanmaları sıklaşır, gündüz şekerlemeleri artar, uykudan hoşnutluk azalır.





B- DİSSOMNİYALAR
a. Birincil Uykusuzluk (İnsomnia):
Bilinen başka bir nedene bağlı olmadan ortaya çıkan uykusuzluktur. En az 1 ay süreyle uykuya dalma güçlüğü ve yineleyici uyanmalar vardır, uyku dinlendirici değildir.
Tedavisi yeniden uyku yapısını kurma (koşullandırma), meditasyon, gevşeme kasetleri, sakinleştiriciler ve uyku vericileri içerir. Yatağın uyku dışında bir şey için kullanılmaması, yatak veya odanın değiştirilmesi önerilir. Psikoterapi yararlı değildir.

b. Birincil Hipersomnia (Aşırı Uyuma):
Herhangi başka bir nedenle açıklanamayan en az 1 ay süreyle giden aşırı uyku halidir. Uzun uyku yaşam boyu sürebilir, ailesel olabilir.
Tedavisinde sabah ya da akşam uyarıcılar kullanılır. Antidepresanlar yararlı olabilir.

c. Narkolepsi:
Gündüz aşırı uykulu olma ve en az üç aydır süren REM uykusu anormallikleri ile belirlidir. Gündüz, 15 dakikadan az, karşı konulamaz uyku atakları olur. Gülme, öfke, heyecan, cinsel ilişki, korku, utanma ile tetiklenen kısa kas zayıflığı veya felci dönemleri geçirir. Bir kısmında uyanırken bilinç yerinde olduğu halde hareket edememe bulunur, bu 1 dakikadan kısa sürer.
Uykuya dalarken rüya benzeri varsanılar eklenebilir. Narkolepside periyodik bacak hareketleri ve uyku apnesi de görülebilir. 15 yaştan önce başlar, süreğen gidişlidir.

Tedavisi düzenli yatış zamanı, gündüz şekerlemesi izni, ani uykuya karşı güvenlik önlemleri, gündüz için uyarıcılar, antidepresan kullanımı biçimindedir.

d. Uyku-Apne Sendromu:
Apne 10 saniye ve üstündeki solunum durmaları için kullanılan tanımdır. Saatte 5 apne ve gecede 30 apne üstü patolojiktir. 300'e kadar çıkabilir. Tehlikeli durumdur. Uykuda ani ölüm nedeni olabilir.
Tipik hasta gün içinde uyuklayan, yorgun, orta yaş ve üstünde erkek olup, depresyon ve duygudurum değişiklikleri yaşar, gündüz uyku atakları olur. Yüksek sesli, aralıklı horlama olabilir. EEG, EMG, EKG ve tüm gece uykuyu izleyen kayıtlar (polisomnografi) ile tanı konulur.
Tedavisi burundan sürekli pozitif hava basıncıyla solutmaktır. Diğer yaklaşımlar kilo verme, burun cerrahisi, trakeostomi ve uvuloplastidir.

e. Sirkadiyen Ritm Uyku Bozukluğu (Jet Lag) :
İstenilen ve gerçekte uyunan uyku dönemleri arasındaki uyumsuzluğa neden olan durumları içerir.
Jet Lag tipi, doğu-batı yönündeki uçak yolculuğundan sonra 2-7 gün sürer ve düzelir; özgül tedavi gerektirmez. Öğün ve uyku zamanlarını değiştirerek önceden hazırlanma olabilir.
Gecikmeli uyku evresi tipinde alışıldık zamanda uykuya dalamama vardır. Tedavide, uyku saati kademeli olarak daha fazla geciktirilerek istenilen başlama saatine ulaşılır. Uykuyu öne alma başarısız olmaktadır. Gece ışık tedavisi uykuyu geciktirir, gündüz ışık tedavisi uykuyu öne alır.
Değişen vardiya tipi hızlı değişen çalışma düzeni olanlarda görülür. Bedensel sorunlar, ülser eklenebilir. Işık tedavisi yararlı olabilir.

f. Başka Türlü Adlandırılamayan Dissomnialar:
Nokturnal Myoklonusta, hasta bacak hareketlerinin farkında değildir. 55 yaş üstünde görülür, sık uyanmalı, dinlendirmeyen uyku vardır. İlaç tedavisi gerekir.
Huzursuz Bacak Sendromunda bacak hareketleri uyumaya engel olur, huzursuzluk hareketle azalır, ilaç tedavisinden yarar görebilir.
Kleine-Levin sendromunda genç erkek hasta birkaç hafta süreyle aşırı uyur, sadece aralarda oburca yemeye uyanır, aşırı cinsel etkinlik ve saldırganlık eşlik eder. Tedavisinde uyarıcı ilaçlar kullanılır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Geri: Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında EmptyPaz Tem. 19, 2009 10:56 am

C- PARASOMNİALAR
a. Kabus Bozukluğu :
Hemen her zaman REM uykusu sırasında kabus görülür ve kabuslar iyi anımsanır. Korkuyla uyandırır. Uzun, korkutucu düşlerdir. Gecenin herhangi bir zamanında görülebilir
Bunda uyku terörüne göre bunaltı, hareket, konuşma, terleme, çarpıntı daha az görülür.
Özgül bir tedavisi yoktur, ilaç kullanımı gerekebilir.

b. Uyku Terörü (Uykuda Korku Bozukluğu) :
Çocuklarda yaygındır. Yoğun bunaltı eşliğinde ani uyanma görülür, çarpıntı, terleme olabilir. Uyandığında hareketlidir, haykırarak ağlar, uyanınca olayı anımsamaz.
Rüyasız uyku (Non-REM) döneminde görülen bir bozukluktur. Uyuduktan 1-2 saat sonra ortaya çıkar. Tedavi nadiren gerekir. Görülme zamanından önce uyandırmak korkuları uzun süreli kaldırabilir.

c. Uyurgezerlik Bozukluğu (Somnambulizm) :
Çocuklukta yaygın görülür, genellikle yaşla kendiliğinden kaybolur. Genellikle ailede benzer öykü vardır. Tam bilinçli olmadan yatağı bırakma ve yürüme olur, hasta bu dönemi anımsamaz. Derin Non-REM uykusunda ortaya çıkar. Olasılıkla tehlikelidir. İlaçlar tedavide kullanılabilir. Tehlike ve yaralanmaya karşı önlemler alınmalıdır.

d. Başka Türlü Adlandırılamayan Parasomnialar :
Uykuda Diş Sıkma: Hafif uyku ve kısmi uyanıklar sırasında çıkar. Tedavide diş hasarını önlemek için ağızlık kullanılır.
REM Uykusu Davranış Bozukluğu: Başlıca yaşlı erkeklerde görülür, ilerleyicidir. REM döneminde karmaşık ve şiddet içeren davranışların ortaya çıkmasıdır. Yaralanma nedeni olabilir. Çoğunlukla nörolojik bir neden vardır. İlaç tedavisi olanaklıdır.
Diğerleri: Uykuda konuşma, uykuda kafa sıçramaları, ailesel uyku felci, başka ruhsal hastalıklarla ilgili uyku bozuklukları, uykuyla ilişkili epilepsi nöbetleri, uykuyla ilişkili küme baş ağrıları, kronik paroksismal hemikrania, uykuyla ilişkili anormal yutkunma sendromu, uykuyla ilişkili kardiyovasküler belirtiler, uykuyla ilşkili gastroözofageal reflü, uykuyla ilişkili hemoglobinüri , madde kullanımının yol açtığı uyku bozukluğu.

Psikoloji'de Çekingenlik


Çekingenlik, insanlar'da , çekingenlik ,(ingilizce'de shyness) bazı insanlar'ın diğerleriyle beraberken , konuşurken ve yardım isterken yaşadığı kendine güvensizlik duygusu'dur . Zooloji' de , çekingen , genel olarak İnsanlar'dan kaçınmaya eğilimli olmak anlamına gelir .

Çekingenlik , en muhtemel olarak alışılmadık durumlarda meydana gelir .pek çok çekingen insan ,rahatsız edici ve yakışıksız hissetmekten kaçınmak amacıyla , bu durumlardan böylesine kaçındığı için , durum alışılmadık kalıyor ve çekingenlik kendisini sürdürüyor . Ancak ,çekingenliğin başlangıçının sebebi çeşitlendirilebilir . Bazen , fiziksel kaygı tepkimesi'ne sahip olan konulardan meydana geldiği görülüyor ,farklı zamanlarda'da ,çekingenliğin önceden edinildiği ve sonradan fiziksel kaygı bulgularına yol açtığı görülüyor .

Bilimadamları ,çekingen'liğin en azından kısmen kalıtımsal olduğunu belirten hipotezi destekleyen bazı genetik bilgilerin yerini saptadı .Bununla birlikte ,aynı zamanda , içedönük ve dışadönüklüğün ,yalnızca çocuğun genetik özyapı ile değilde bir çocuğun yetiştiği çevreyle de ilgisi olduğu kanıtlandı . yabancılara karşı ürkek olan bir çocuk ,örneğin ,er ya da geç bu kişisel özelliğini yaşlandığında kaybedebilir .

Çekingen insanlar , muhakkak , tüm insanlara karşı aynı derecede utangaçlık hissetmezler. Örneğin , bir insan arkadaşlarıyla çıkıyor olabilir , ama , aynı zamanda karşı cinsten çekinebilir . bir aktör sahnede cesur ve gürültülü fakat bir röportajda çekingen olabilir .

Çekingen insanlar kendi çekingenliklerini olumsuz bir kişisel özellik olarak algılamaya eğimlidirler ve özellikle bireyselliğe ve sorumluluk almaya değer veren toplumlarda , pekçok insan çekingenliklerinden tedirgindir . diğer taraftan , çekingen insanların çoğunun iyi bir dinleyici olduğu ve konuşmadan önce düşünmelerinin diğer insanlara göre daha olası olduğu görülmektedir . ayrıca , çekingenliğin karşıtı olan utanmazlık ,tıpkı laubalilik ve uygunsuz davranış gibi problemlere yolaçabilir . Bu aynı anda utangaçlığın telafisi olarak'ta kullanılan , gözüpek davranmayı'da içeriyor .

Utangaçlık doğrudan içedönüklükle ilgili değildir . İçine kapanık kişiler , kendilerinden ödül almadıkları için , sosyal durumlardan kaçmayı seçerler ve aşırı duyumsal düşünceleri ezici bulabilirler . Çekingen insanlar böyle durumlardan korkarlar ve kaçınmaları gerektiklerini hissederler
Psikoloji'de Terör yönetimi kuramı

1980’lerde Sheldon Solomon ve arkadaşları tarafından geliştirilen psikoloji kuramı. Solomon, bu kuramı geliştirirken Ernest Becker’in The Denial of Death (Ölümün İnkarı, 1973) adlı eserinden ve Freud’un ölümü hatırlatan her şeyin insanlarda çeşitli mistik inançları canlandırdığı düşüncesinden esinlenmiştir
Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında 180px-Terrormanagement
Terör Yönetimi Kuramı’na göre, insanın ölümlü olduğu düşüncesi her bir bireye varoluşsal bir kaygı vermektedir. Kültür, insanların yaşamına anlam, düzen ve süreklilik sağlayarak bu varoluşsal kaygıyı azaltmaktadır. Kişi, kültürel değerlere bağlandıkça ve yaşamını bu değerlere bağlı olarak ortaya çıkan normlara göre düzenledikçe kendini güvende hisseder. Bağlı olduğu kültürel değerlerin ve normların doğruluğuna ve haklılığına inanan bireyler, yaşamlarını anlamlı bulmaya başlarlar. Çevrelerindeki diğer insanların da aynı değerleri ve normları benimsemesi, bireylerin kendine güvenini ve yaşamlarının anlamlılığına olan inançlarını arttırır. Çevrelerindeki diğer insanların kendilerininkinden farklı inançlara sahip olması ise yaşamın anlamlı olduğu düşüncesini tehdit ederek bireylerin kendilerine güvenlerini düşürür. Bireyler, bu olumsuz duygudan kurtulmak için farklı yollar izlerler: Diğerlerinin inançlarını ve düşüncelerini reddedebilirler; bu inançları ve inançların sahiplerini küçümseyebilirler; ya da bu farklı inanç sahiplerini kendi inançlarına çekmeye çalışabilirler.
Araştırmalar, kendilerine ölümlü oldukları hatırlatılan bireylerin kültürel dünya görüşlerine daha sıkı bağlandıklarını göstermiştir. Büyük travmalar (9 Eylül olayı gibi) yaşayan bireylerin ve toplulukların gelenekleri, kurulu düzeni, otoriter dünya görüşünü savunan liderlerden etkilenmeye daha eğilimli oldukları; dış tehdit potansiyeline karşı aşırı duyarlı oldukları ve kendilerini tehdit ettiğini düşündükleri unsurlara karşı verdikleri tepkilerin aşırı düşmanca olduğu ortaya konmuştur.
9 Eylül olayları ve ardından ABD’de George Bush’un, İngiltere’de Tony Blair’in ve Avusturya’da John Howard’ın yeniden başkan seçilmesi, Terör Yönetimi Kuramı’nın medyanın dikkatini çekmesine yol açmıştır.
Bu teoriye getirilen başlıca eleştiri, üniversite öğrencilerinden veri toplanarak yapılan yaklaşık yüz elli küçük ölçekli çalışmanın sonuçlarına bağlı olarak geliştirilmiş olmasıdır. Bu çalışmalarda katılımcılar kendilerinin ölümlü oldukları üzerinde düşünmeye yönlendirilmiş, daha sonra dünya görüşlerini ve kendilerine güvenlerini korumalarını sağladığı varsayılan çeşitli inanç ve davranışlarındaki değişim gözlenerek ölçülmüştür. Sonuçlar, bir gün ölecekleri kendilerine hatırlatılan bireylerde özgüven kaybı ve kendi dünya görüşlerine bağlılıkta artış olduğunu göstermiştir. Ancak, bu değişimin öne sürüldüğü gibi bilinçaltı ölüm korkusunun dışavurumu olduğu henüz gösterilebilmiş değildir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Psikoloji,Psikoloji Nedir?Psikoloji anlamı,tanımı, Psikoloji hakkında

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Acemi Forum Eğitim & Öğretim :: Ödevler & Tezler & Projeler :: Felsefe & Psikoloji -
Powered by phpBB © Acemi Forum
Copyright © 2007 By [-İDLE-] & adegerli33