Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir
Son Ziyaretiniz: Perş. Ocak 01, 1970
Toplam Mesajınız: 17
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

Kitle İletişimi ve Felsefe

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
d3rY@
Moderatör
Moderatör
d3rY@
Cinsiyet: Kadın
---www.acemi.yiz.biz---
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 02/07/08
Mesaj Sayısı : 4509
Nereden : evden :D (ank)
Lakap : şeker :P
Kitle İletişimi ve Felsefe Vide
http://www.acemi.yiz.biz
MesajKonu: Kitle İletişimi ve Felsefe Kitle İletişimi ve Felsefe EmptyPerş. Tem. 16, 2009 3:46 pm

Kitle İletişimi ve Felsefe



1960’lı yıllarda Marshall McLuhan ortalığı karıştıran bir sav ortaya attı ve bu sav zamanla kitle iletişim araçları üzerine yapılan konuşmaların ortak sloganı haline geldi: The medium Is the message. İletişim aracı iletinin kendisidir. McLuhan bu savıyla, iletiyle iletiyi yayan kanalın (örneğin telefon görüşmsinde telefon kablosunun) bir ve aynı şey olduğunu söylemek istemiyordu elbette. Vurgulamak istediği bu türlü kanal ve araçların vardıkları şaşırtıcı teknolojik gelişmeyle insanın bir uzantısı haline geldikleri, iletiyi taşıyan şeyin iletiden ayrılmazlığı idi.
McLuhan yukardaki savını ortaya attığı kitabın daha ilk sayfalarında ‘otomasyon” ve kitle iletişim, teknikleriyle ilgili şu kavramsal belirlemelerde bulunmaktadır: ‘Makinenin birbirimize ve kendimize olan ilişkilerimizi değiştirme tarzları açısında; sonucun “cornflakes” ya da”Cadillac”lar olması hiç de önemli değildi. İnsan yapıt ve çağrışımı parçalanma tekniğiyle biçimlendirilip yeniden yapılandırılıyordu. Makine teknolojisinin özü budur. Otomasyon teknolojisinin özü bunun karşıtıdır. Makinenin parçalardan meydana gelme ve merkezci olmasının karşısında bu teknoloji bütünleştiricidir ve merkezinin olmamasıyla belirlenir, insan ilişkilerine de yüzeysellik getirir”
McLuhanın otomasyon için söylediği kuşkusuz gerekli değişiklikler yapıldığında, otomasyondan yararlanan tüm kitle iletişim araçları ve high technology için de -ilkin- geçerli olabilir. Bütün bu teknoloji insanın bir uzantısı olarak, onun dünyayla olağanüstü bir biçimde bütünleşmesini sağlamakta, bu bütünleşme içinde makine insanın dünya ile ilişkisinde orta noktası olmaktan çıkmaktadır. Teknik, kendisiyle yaşanan birşey, kısaca bir merkez olmanın da ötesinde yaşamla örtüşmektedir. Günümüzde herşey teknikleşmekte ve bu artık “normal” olarak kabul edilmektedir. Bu nokta tekniğinin bir çeşit yorum-bilgisini yapmak isteyen Heidegger’in de göremediği bir noktadır. Ancak Heidegger’in iyi gördüğü nokta teknikle felsefede “öz” dediğimiz şeyin ilişkisidir. McLuhanın öngördüğü yeni teknik belirlenimleri bu açıdan kısaca gözden geçirmeye değer.
Heidegger’in başlıca savı teknikle tekniğin özünün birbirine karıştırılmamasıydı. Teknik, son çözümlemede “vargel”lerden, “sürtme, dürtme” parçalarından, ‘iskele” lerden meydana gelir, bir “montaj”dır. Bu “montaj”ın özü ise Heidegger’e göre gerçeği kışkırtma yoluyla ortaya çıkartmaktır. (Sanatçı doğadan bir şey meydana getirir, mühendis ise doğayı kışkırtır). Kısaca teknik varlık sorunu ile yakından ilgilidir. Özellikle enerji üreten makineler doğadaki güçlerin bir kışkırtılmasıdır; ancak bu güç doğada olduğu için, orada zaten bulunan şeyle, varlıkla ilişkiye giriyoruz demektir. Bu tür makinelerle yalnızca gerçekliği işliyor ve düzenliyoruz McLuhan’ın eski teknolojiyle ilgili olarak saptadığı noktalardan “parçalanma”ya Heidegger’de “teknik”, “merkeze ise böylece tekı özü olarak varlık, doğruluk, gerçeklik karşılık oluyor. Gerçekten de Heidegger’in teknik kavramı çalışmamızın başında ele aldığımız “logos”un “varolan herşeyi varlığında toplama” ye “yayma” anlamıyla doğrudan bağlantılıdır “Toplama’ kuşkusuz burada daima belli bir merkezde merkezleşmeyi de birlikte getirmektedir.
Heidegger’in teknolojideki düşünme modeli enerji tribünlerinin ötesine geçmemekteydi. Otomasyon ve kitle iletişimi teknolojisi açısından durum nedir? Burada McLuhan’ın eğilimli olduğu biçimde, tekniğin kendisine yeni bir öz kazandığını söylemek yanlış olur. Vurgulanması gereken ve bugünkü merkezsizlik durumunun arkasında, yatan şudur: bugün bütün insanlık için teknik, tekniğin özünden daha ağır basmaktadır. Teknik, varlık-merkezli anlamını yitirmiş gözükmektedir. Beri yandan teknik dediğimiz şey elbette parçalara ve montaja dayanmaktadır (bu montajın taşıdığı işlev ağı bugünkü yapay zeka üretiminde ne kadar incelmiş olursa olsun bu böyledir). Ancak bu en çok parçalara bölünme aynı zamanda en büyük bütünleşme parçalar arasında dayanışma ile birlikte gitmektedir.
Başka bir deyişle tekniğin özü, teknolojik uzantılarımızın eline geçmiş durumdadır. Örneğin sinemanın bir teknik olarak özü nedir? Varlıkla, gerçeklikle ilişkisi nedir? Burada “montaj” tekniği hiçbir felsefi öze geri götürülemez, çünkü montajın sonucu olan, beyaz perdedeki devingen görüntü, erişilmez olan asıl gerçeği, onun aşkınlığını “yüzeysel” olarak, evet boylamasına değil, enlemesine aşmaktadır. Metafizik anlığımızı aşıyordu, ama sinema bizi hayallerin dünyasına aşırtmaktadır. Yakınlarda gördüğümüz, İtalyan rejisörü Giuseppe Tornatore’nin Cinema Paradiso filminin sonunu anımsayalım. Filmin kahramanı rejisör Jacques Perrin Sicilya’da geçen çocukluğu sırasında sansür nedeniyle göremediği film parçalarını (öpüşme sahneleri), ardarda montajını yaparak görme fırsatını bulur. Sansür kuşkusuz bu bağlamda “gerçek”in sansürüdür, özdür, her türlü bireysel tözden soyutlanmış platonik idea’dır. Film tekniği bu özün karşısına bağımsızık kazanan bir montaj ve bu montaja dayalı bir uzantıyı koymaktadır. Birbirini yineleyen, örnekleyen görüntüler: öze karşı tekniğin birbirine benzeyen bir örnek resimleri. Öpüşme sahneleri yinelendiğinde bir içerik olarak yine tekniğin kendisinden birşey almaktadır, teknikleşmektedir. Sansürden kurtulmanın biteviyelikle sonuçlanması acıklı değil midir? Ortaya ilkin bir aykırılık gibi gelen, ama kaçınılmaz olan şu aykırı sonuç çıkmaktadır: Tekniğin özü tekniği değil, tersine teknik kendi özünü belirlemektedir. Dolayısıyla ortada başat anlamında öz diye birşey kalmamaktadır. Teknoloji özü sürekli bilinmeyen bu noktaya doğru genişletmektedir. Daha önce Antik Felsefede varlık ve öz kavramlarının nasıl ortaya çıktıklarına değinmiştim. Bunların ilişkisi felsefe için başlıca bir sorun olmuştu. Oysa bugün teknoloji bu sorunu düşüncenin elinden almış, varlık ve özü, olabilecek en yüzeysel ve en yaygın biçimde içiçe yerleştirmiş gözükmektedir. Öz bugün bir iletiye sığmıştır. Varlık ise o iletiyi ileten bir kanal olmuştur. Daha önce üzerinde durduğumuz, öz ve tözün örneklerde içiçe geçmesi, özün tözde okunabilir duruma gelmesi her şeyden önce teknik, teknolojik bir temele dayanmaktadır. Bireysel olanla ideal-olan arasındaki gidip-gelme bir kanal üzerinden gerçekleşmektedir.
Ne töz, ne öz tek başına önemlidir artık; önemli-olan bunların ilişkisini sağlayan “tekhne”dir.



Felsefenin ABC’si, Önay Sözer, Kabalcı Yayınevi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kitle İletişimi ve Felsefe

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Acemi Forum Eğitim & Öğretim :: Ödevler & Tezler & Projeler :: Felsefe & Psikoloji -
Powered by phpBB © Acemi Forum
Copyright © 2007 By [-İDLE-] & adegerli33